HERKESİN atılacağını bildiği ilk Ramazan dayağı haberi Erzurum’dan geldi.
Hayırlı olsun. Ramazan dayağı, neredeyse Ramazan’a tam olarak girdiğimizin önemli göstergelerinden biri. Sigara içtiği için bir kadın sokak ortasında tartaklandı. Öğrenci yurduna sığınan kadın polisten yardım istedi ve bir diğer tuhaflık burada başladı. Olay yerine gelen polisle, öğrenci yurduna sığınan kadını linç etmek için öğrenci yurdunun önünde biriken topluluk arasında arbede çıktı. Arbedenin ardından karakola götürülen saldırganlar, burada sorguları alındıktan sonra serbest bırakıldı. Oruç tutmadığı için dayak yiyen bir kadın, kadını dövdükten sonra daha da cesur davranarak polise saldıran şuursuz ve tehlikeli bir güruh ve saldırganların hiçbir şey olmamış gibi serbest bırakılması. “Ama karşılıklı saygı duymak laz...” diye başlayan cümleleri anlayabilmiş değilim. Oruç tutuyor diye dayak yiyen vatandaşımızın haberini okudunuz mu? Hayır duymadınız. Çünkü ne mutlu bize ki, böyle bir olay hiç yaşanmadı bu topraklarda. Oruç tutan birini zorla karşısına oturtup, kendisine yemek ziyafeti çekeni de duymadığınız gibi. İnsanlara “Ben yemiyorum, sen de yemeyeceksin. Ben içmiyorum, sen de içmeyeceksin” diyebiliyorsanız saygı kriterlerini gözden geçirin derim. Hoşgörü dini İslamiyet’ten habersiz, kendi tuhaf inanç ve saplantılarını insanlara döve döve dayatmanın, linç etmeye kalkışmanın tek adı zorbalıktır. Oruç tutanların tüm gün sadece aç ve susuz kalması değil, açlık ve susuzluğa rağmen ruhsal ve fiziksel olarak da kendini kontrol edebilmesi, zaaflarına, öfkesine yenik düşmemesi, bütünleyici unsurları bu anlamlı ibadetin. Oruç tutmayan insanın, davranışlarını, oruç tutanlara göre ayarlamak zorunda olmadığını algılayamayan böyle bir organizmaya müeyyide uygulamadığınızda, elbette diğer zamanlarda da sokakta içki içeni, elele tutuşan sevgilileri, mini etekle gezen kızı taciz edecek hatta öldürecek. Sahi taciz dedim de aklıma geldi; Bilmem dikkatinizi çekti mi, aynı Erzurum’da geçen hafta, yaşantısı yürek burkan bir kadının ölümüne tanık olduk geçiştirilen bir haberle... Üç çocuğuyla genç yaşta dul kalan Sona Polat, ölene kadar erkek kıyafetleri ve kısacık kestirdiği saçlarını kapatan kasketiyle bir erkek gibi yaşıyor. Arabacılık yapıyor, sırtında en ağır eşya ve yükleri taşıyor ve bunu 79 yaşına kadar devam ettiriyor. Niçin? Kocasının ölümünden sonra, çocuklarıyla tek başına kaldığında uğradığı tacizler, yalnız bir kadın olduğu için yaşayacağından emin olduğu bir çok sıkıntı ve yaşadığı yerde “adam” yerine konulmaması. Bir kadın bütün cinsel kimliğini bir ucubeymiş gibi saklayıp bambaşka bir kimlik, en ağır koşullarda çalışmayı göze almak için neler yaşamış olmalı kimbilir. Düşünmek bile istemiyorum. Gönül isterdi ki, güzel Erzurum’da yalnız yaşayan üç çocuklu Sona Polat’a tüm Erzurum sahip çıksaydı, taciz edilen –ki ne olduğunu bilmiyoruz yaşadıklarının- bir kadını koruyup gözetseydi, ailesinin bir ferdi gibi saygı, sevgi gösterseydi. İslamiyet’in ne olduğu ve ne olmadığı konusunda ciddi bir algılama sorunu yaşanıyor bu topraklarda, kim ne derse desin.