Paylaş
İnstagramda gezinerek kaybettiğim(!) zamanlarda çokça seramik/porselen sanatçılarının işlerine takıldığımı farkettim. Çevrede ne çok insan boş zamanlarını ilgili atölyelerde değerlendiriyormuş meğer; bu işi profesyonel ölçekte yapmaya davrananların sayısı nasıl da artmış!
Atölye Terracota da Alaçatı’da kurulmuş bir atölye. Yalın, mat boyalı, tabanının minik bir tomurcukla sağlamlaştığı, bulunduğu alanı yalınlığına rağmen iddasıyla, tokluğuyla dolduran tasarımları çok ilgimi çekiyor. Boya tekniklerine, kaselerin çağdaş sanat eserlerini andırmasına, markanın alametifarikası gibi görünen tabandaki o unsura ve görsel dilinin hiç de ‘bizden’ olmamasına bayılıyorum. Yaratıcısıyla iletişimim böylece başlıyor.
Kurucu Gül Alper, çocukluğundan bu yana çamurla oynamayı sevdiğini anlatıyor: “Bu oyun zamanla önce kendimi ifade etme biçimim sonra da en büyük hayalim oldu. Sadece çamurdan, seramikten, renklerden bir dünya kurmayı düşledim uzun süre…” Hayatın içinde bir nokta gelmiş, kendini o hep hayalini kurduğu sahil kasabasında bir atölye kurmayı gerçekleştirirken bulmuş. Tabii, aynı rüyayı gören bir eşinin olması, avantaj... ‘Böylece Alaçatı’ya taşındık..’ cümlesi ise açıkçası beni şaşırtıyor. Kafamda Alaçatı’nın yazlık şöyle bir resmi var: daracık, pek de uzun olmayan bir caddede dipdibe yürürken mütemadiyen çekirdek/dondurma yiyenler, sıkışık lokantalar…. Gül Alper ise aksi görüşte: ‘Beni besleyen birçok unsur kış mevsimi gelince, aslına; küçük köy haline geri dönen Alaçatı’da var.’ Benim bir yaz kabusu diye tanımladığım insan seli, anlaşılan Alper’in atölyesinde keyifli bir kalabalığa dönüşüyor. Gelen müşterilerle, misafirlerle dolan dükkanı, atölyenin alt katında. Kışları ise üst kata kapanıp üretme zamanı, Gül Alper için.
Kendini tasarımcıdan çok zanaatkar olarak tanımlayan Alper ile ben de aynı fikirdeyim. Teknik olarak modern metodlardan vazgeçmeden fonksiyona ve yalınlığa odaklanan tasarımlardaki ürünlerinin hem birlikte hem de tek başlarına kullanılabilmelerine önem veriyor. Yüksek pişirimler ve mat sırlar tasarımları özel kılan, o sanat objesi kıvamını veren zanaatkar detaylar. (Bence özellikle de pudra tonlarındaki ve siyah çalışmalarında…) Alper bir de hafif tasarımlar yaratmaya özen göstermiş. Bunun insanlar için bir tercih nedeni olduğundan bahsediyor.
İki sene yoğun bir eğitim, üstüne iki yıl da atölyede başarıyla geçen bir dönem. Gül Alper yoğun çalışmaktan gocunmayan, belli ki karşılığını da alan bir girişimci. El sanatlarına ilginin yükselmesinde ‘mükemmel olmayana ilgi’nin de payı olduğunu düşünüyor. ‘Bugüne dek çok ve kusursuz olanın peşinde düştük, mutluluğumuza yaramadı. Her şeye ulaşmak kolay; bize kalan en önemli değerler, artık teklik ve biriciklik. Benim Alaçatı’nın mavisini, rüzgarını, taş binaların serinliğini ve kendi el izimi emeğimi katarak yoğurduğum bir çamur gün geliyor sizin İstanbul’daki evinizi ferahlatıyorsa, ne güzel…’
Paylaş