Dış Haberler’de gazeteciliğe adım attığım geçen bin yılda, Batı Trakya haberleri en sevmediğim dış haberdi.
Irkçı baskılar, ayrımcılık, çözülemeyen sorunlar, Türkiye ve Yunanistan arasındaki siyasetlerde koz olarak kullanılan insanlar. Herkesin birbirine casus muamelesi yaptığı, aklımın ermeyeceği, olayları yorumlayamayacağım kaygan bir bölgeydi Batı Trakya benim gözümde. O insanlık dışı bulduğum mütekabiliyet zihniyetinin beslendiği nokta. *** 30 Ocak’ta çok yakın arkadaşlarımın teşviki ve bir son an kararı ile otomobiline atlayıp Lütfü ile birlikte yola çıktık. TEM’den Kınalı çıkışını takip edip E-5’e, oradan duble yollar üzerinden Tekirdağ ve altı saatte İpsala sınır kapısına geldik. Triptik kalkmış, medeni bir gümrük kapısı. İnsana kendisini potansiyel suçlu hissettirmeyen polis memurları, gerekli işlemleri süratle yaptılar. Yarım saate kalmadı işlemler tamam. Yan yana duran Türk ve Yunan bayraklarını, onların dibindeki nöbetçi askerlerin önünden geçerek Yunanistan sınır kapısına girdik. Orada da işleri kolaylayan genç polisler karşıladı bizi. Bu işlemin bir zamanlar ne kadar bıktırıcı, ne kadar caydırıcı olduğunu bildiğimden ayrıntılı yazıyorum. Geriye dönüp bakmadan nerede olduğunu fark edemiyor insan. * * * YUNANLILARIN İstanbul’a “Konstantinopoli” demesine sinirlenenler, “Dedeağaç”a Alexandropolis demezler. Alexandropolis, eski bir balıkçı kasabası değil artık. Enez’in tarihteki yerini Alexandropolis almış. Eski adı Dedeağaç, sonra değiştirmişler. Şimdi ikisi birden kullanılıyor. Üniversitesi, askeri mektepleri ile bir memur kenti. Yılın son günü sokaklarda kurulan mangallarda pişen ve bölge esnafının gelen geçene ikramı olan etlerle içilen uzolar, retzinalara rağmen atmosfere alçakgönüllü bir neşe hakim. Gecenin inmesiyle birlikte sokaklar bomboş. Evlerde ya da önceden rezerve edilen tavernalarda kutlandı yeni yıl. Bizim gittiğimiz büyük taverna Angelos, bir gün önce deniz kenarındaki Arkipelago gibi kendi küçük olmasına rağmen balık ve mezelerini konuşturan bir yer değildi. Ne de limana açılan dar sokaklardaki dükkanların sunduğu ve sofranın ortasına kağıt içinde gelen kömür ızgaraların tadındaydı yemekleri. Yine de güzeldi. 12’den sonra dolan pistte kimse de çıldırmadı, Trakya havaları eşliğinde halaylar çekildi. Ordu’nun ünlü oyunlarını seyreder gibi oldum. Zaten orkestranın müzisyenlerin çadırımın üstüneden, top top şekerime kadar uzanan geniş repertuarlarında sadece Türkçe ve Yunanca şarkılar vardı. Eski İstanbul’umun, sakin yumuşak ama eğlenceli folklorik yılbaşılarını anımsadım. * * * DIŞ Haberler Editörü Nilgün Tekfidan Gümüş’ün ailesi Batı Trakya göçmeni. Dün konuşurken, eskiden yaşanan sıkıntıların Yunanistan’ın Avrupa Birliği’ne girmesiyle azalmaya başladığını anlattı. Evlere bir çivi bile vurulmasına izin verilmezdi. Nilgün’ün kuzeni Atina’da Tıp Fakültesi’ni bitirmiş. Türk gençlere üniversite yolu yeni açılıyor. Gümülcine muhafazakar. Halkı geri bırakan bir muhafazakarlık işe yaramaz ama, Asmalı Çarşı’da yüzyıllık geçmişe sahip leblebici, şekerlemeci ve kahve dükkanlarıyla devam eden bir kültürün muhafaza edilmesi de hoş olmuş. Unutmayın, Gümülcine’de Çukur Kahve’de güllü muhallebi ile kahve içilecek, Nedim’den bademli kurabiye alınacak. Ksanti-İskeçe’de ara sokaklar gezilecek, karioka (bölgeye has bir çikolata) tadılacak, Ferre’de 12’nci yüzyıldan kalma Kosmosteira Kilisesi gezilecek, Sufli’de ipek bakılacak. Son not, Batı Trakya’ya yine gidilecek. Bizans, Osmanlı ve Avrupa’ya Trakya’dan bakınca, Türkiye-Yunanistan ittifakının Avrupa’nın geleceğini belirleyecek dinamizmi taşıdığını görüyor insan. Eğer öyle bir yetkim olsa, her iki ülkenin dış politika mimarlarına yeni yılda bu ittifakı güçlendirme görevi verirdim.