AVRUPA İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre Türkiye ile ilgili davalarda ulusal mahkemelerin karşılaştığı en büyük zorluk nedir biliyor musunuz?
Türkiye’de mahkemeler, çatışan haklar ve menfaatler arasında denge denetimi yapamıyorlar. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin genel izlenimi böyle. Bu, hakimlerin somut durumu ilgilendiren haklar ve menfaatler arasında denge arayışına gitmeden, kanunlardaki hükümleri doğrudan uygulamaları anlamına geliyor. Hizbullah tahliyeleri kararını veren Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanvekili Ekrem Ertuğrul’un, NTV’ye yaptığı “Yasayı uygulamaktan başka çaremiz yoktu” açıklaması da bunun kanıtı bana göre. Niçin böyle? Çünkü yargı bağımsız değil. Yargıda gerçek bağımsızlık kültürü yerleşmedikçe başka türlüsünün olması da beklenemez. Hele de yargının ağır baskı altında olduğu günümüzde, savcılardan da hakimlerden de çatışan hak ve menfaatler arasında gerçek bir denge denetimi yapmalarını beklemek haksızlık olur. Kitaba sığınmak varken, bağımsız irade ortaya koyup başını derde sokmak niye? Türkiye’de yargı ne zaman bağımsız oldu ki, bugün tersini iddia edebilelim. Sorunların tek bir nedeni yok. Üstelik yeni de değiller. Ama AKP iktidarı döneminde de çözüm için bir şey yapılmadığının altını çizerim.
İNSANLAR hapisten çıktı diye hayıflanmayı, doğru bulmam ama bu tahliyelerle Türkiye’de toplumun adalet duygusu ağır darbe almış; vicdanlar ağır yaralıdır. Hakkın yerini bulmadığı bir toplumda kim kendisini tamamen güvende hissedebilir? Adalet Bakanlığı’nın bütçedeki payının düşüklüğü, Yargıtay’da kadro eksikliği, bölge mahkemeleri, yürürlüğe giren yeni maddelerdeki hatalar önemli şeyler ama sorunun büyüklüğü karşısında ayrıntı. Esas sorun, bu toplumda soruların yanıtlarının hiçbir zaman tatmin edici bir biçimde ortaya çıkartılamaması. 90’lı yıllarda Güneydoğu’ya gittiğimizde, gazeteci olarak kiminle konuşsak tüyler ürpertici hikayeler duyardık. Gece yarısı çalınan kapıların açılmasıyla birlikte içeri dalan maskeli kişilerin alıp götürdüğü ve bir daha kendilerinden haber alınamayanların hikayelerini dinlemiştik. Cesetleri Hizbullah evlerindeki mezarlardan çıkmıştı. Konca Kuriş gibi hak savunucusu bir kadının elleri ayakları arkadan bağlanıp işkence edilerek öldürülmesi sadece ailesinin değil, her zamankinden daha çok artık benim meselemdir. Bizim meselemizdir.
FAİLİ meçhuller dosyası olduğu gibi duruyor. Faili belli olanlar bile, Kemal Türkler davasında gördüğümüz gibi, zaman aşımından düşüyor. Ne Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı ne de isimleri hepimizin vicdanlarına kazınmış olan diğer siyasi cinayetleri kimlerin neden yaptıkları aydınlanabildi. Susurluk’a ne oldu? Hüsran. Ergenekon davası ile sapla saman iyice karıştı. Dink suikastı aydınlatılamıyor bir türlü. Bir düzen, iddialarla, dedikodularla, fısıltı gazetesinin haberleriyle ayakta kalamaz. Bugün en çok ihtiyacımız olan şey gerçeklerin ortaya çıkmasıdır. Bize neler oldu? Neler oluyor? Hizbullah nedir? 90’larda güneydoğu’da neler yaşandı? Gazeteciler, sendikacılar neden öldürüldü? Kimler öldürdü? Bu yanıtları kim verecek? Failleri hiç mi bulamayacak, hep karanlıkta, hep el yordamıyla mı yol alacağız?