HERKESİ teker teker eğitecek miyiz? Avrupalıları dinledikçe insanın aklına gelen ilk soru bu oluyor.
Kadınların Brüksel çıkarması sırasında Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinden yana olduğunu söyleyen herkes, ama herkes ‘Mutlaka Avrupa ülkelerine gidip, insanlarla konuşmalı, onlara bilmedikleri Türkiye’yi anlatmalısınız’ diyor.
Pekiyi siz? Siz ne yapmayı düşünüyorsunuz?
Aslında bu tepki doğal ama doğru değil. Çünkü Avrupa, kamuoyu ile yönetici sınıf arasında en derin çelişkinin yaşandığı süreçten geçiyor.
Yöneticiler, öncelikle Avrupa Anayasası’nın kazasız belasız onaylanması sorunu ile karşı karşıya. Birçok üye ülkenin kamuoyu buna karşı. Türkiye ile müzakerelerin başlaması kararı da bu kritik sürece denk geliyor. Anayasa ve Türkiye’ye ‘evet’ demeyi Avrupalı, on yıl sonra Türkiye’nin egemenliği altına girmek olarak yorumluyor.
Bu yüzden, ‘Gelin kendinizi tanıtın.Kendinizi anlatın’ diyorlar.
Bu anlamda, Arzuhan Yalçındağ’ın öncülüğünde Brüksel’de gerçekleşen sempozyum çok yararlı oldu. Türkiye’deki demokrasi hareketinin tabana yayıldığını, kadın hakları mücadelesinin Avrupa’dakinden bile daha dinamik olduğunu gösteren bu girişim, önemli bir ilk adımdı.
Kadın Girişimciler Derneği KAGİDER’in temsilcileri de Avrupa Parlamentosu ve Komisyonu üyeleriyle görüştüler. Parlamenterlerin tavsiyesi, ‘Gelin şaraplarınızla, Türk mutfağının özellikleriyle gelin.Burada standlar açın’ olmuş.
Aralık başında böyle bir proje var gündemde.
Sivil toplum örgütlerinin çalışmalarının, hem ulusal hem de uluslararası planda ‘vizibilite’sini yani ‘görünürlüğünü’ sağlamak, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu.
SEÇENEKLİ MÜZAKERE
Fransa Parlamentosu’ndaki tartışma, bence Türkiye karşıtlığının gittiği yönün ne kadar riskli olduğunun ilk işaretlerini taşıyordu. ‘Türkiye’ye karşıyız’ demeyi kendilerine yakıştıramayanların bulduğu formül şu.
‘Türkiye çok önemli bir ülke.Ondan kesinlikle vazgeçemeyiz. Türk halkına ve haşa Müslümanlara karşı değiliz. Ama samimiyet adına Türkiye’ye 17 Aralık’ta iki seçenekli bir müzakere süreci önermeliyiz.’
Bu seçeneklerden biri üyelik diğeri ise ‘İmtiyazlı ortaklık’. Alman Hıristiyan Demokratları’nın ortaya attığı ikinci seçeneğin Konsey kararı haline gelmesine çalışılıyor şimdi.
Türkiye’ye çeşitli kararlarda kayda geçtiği gibi diğer adaylarla eşit davranılacağı sözü vermiş olan Avrupa’nın, müzakere koşullarını değiştirerek, konuların kapatılması için ‘uygulama’ şartını getirmesi dürüst bir tutum değilken, bir de seçenekler koyması kabul edilebilir bir şey değil.
Aslına bakılınca bu imtiyazlı ortaklık formülünün ne olduğu da belli değil. Düşünülerek ortaya atılmış bir öneri değil. İçi boş. Ekonomik, askeri ve sosyal alanlarda daha sıkı işbirliği. Yuvarlak bir şey.
Karşılığında ise somut bir hedef var. Tam üyelik ve şu ana kadar bu süreç işliyor. Müzakereler açıldığında da inişli çıkışlı da olsa sürecek.
Brüksel’de, ‘Şu anda kamuoyu o kadar Türkiye’ye karşı ki, müzakere kararı verildikten sonra geri dönülmez bir yola gireceksiniz ve tam üyelik noktasına ulaşacaksınız’ diyenler de var. Yani Türkiye tam üye olacak ama alıştıra alıştıra.
Gerçekçi olalım, alışmak da alıştırmak da bize düşüyor. Öyleyse evet, kendimizi tanıtmak, anlatmak için iletişim köprülerini biz kuracağız.