Paylaş
Önceki gün, Gazetecilere Özgürlük Platformu heyeti olarak Silivri’ye gittik.
Tehlike, insanları sayılara indirgediğinizde başlıyor. Sayılar denizinde söz ettiklerinizin “insan” oldukları unutuluyor. Gerçek ağırlığını yitiriyor.
O yüzden başa sarıyorum.
Biz çarşamba günü Silivri’de tutuklu olan meslektaşlarımız, Mustafa Balbay, Tuncay Özkan, Barış Terkoğlu, Hikmet Çiçek, Deniz Yıldırım, Soner Yalçın, Barış Pehlivan, Nedim Şener, Ahmet Şık, Doğan Yurdakul, Sait Sakır, Coşkun Musluk ve Müesser Yıldız’ı ziyaret ettik.
Hepsinin ortak yanı, suçlarını bilmemeleri. Aylardan beri, Silivri tepelerinde daracık, rutubetli odalarda, ciddi bir yalnızlık içinde gün dolduruyorlar.
Kırk yıldan bu yana yazdığı yazılar nedeniyle başı sürekli derde giren Yalçın Küçük ve B Kanal Yönetim Kurulu Başkanı sıfatıyla Prof. Dr. Mehmet Haberal’ı da Adalet Bakanlığı izni ve Silivri Cezaevi yetkililerinin gösterdikleri anlayış ve yardımları sayesinde gördük. Kendileriyle konuştuk.
MUSTAFA Balbay, Tuncay Özkan iki aydan bu yana ağır bir tecrit durumu yaşıyorlar. Havalandırmalar bile ayrı. İnsana aynaya baktığında başka birini gördüğünü zannettiren bir yalnızlık!
12 Mart ve 12 Eylül’ün askeri mahkemeleri ve cezaevlerinde de tecrit cezaları verilirdi ama zaman sınırı vardı bu cezaların.
Artık bu uygulamaları Türkiye’ye yakıştıramıyorum. Yakıştıramıyorum çünkü sınırsız hücre cezası açıkça insan hakları ihlalidir. İnsanların beden ve daha da önemlisi ruh sağlıklarını sarsmak, pişman etmek, yıldırmak, kişiliklerini paramparça etmek amacıyla verilen ilkel cezalardan biridir tecrit.
Görüştüğümüz gazeteciler koşulları üzerinde çok fazla durmadılar. Lehlerindeki hiçbir delilin kabul edilmemiş olmasından, suçlarının belirsizliğinden, gizlilik gerekçesi ardına saklanarak sanık haklarını hiçe sayan bir hukuk anlayışı ile karşılaşmaktan şikayet ettiler. Nedim Şener’in her zaman söylediği bir söz vardı. “İşlediğim değil, işlemediğim suçlardan korkarım. Çünkü onların hesabını veremem.”
Onlar şikayet etmese de, bu tutukluluk halinin benizlerini sararttığını, onları yorduğunu gördüm ve çok üzüldüm.
Ya onların yakınları? “Babam için bizim evin önünde de gösteri yapın” diyen küçük kız çocuğunun sesi kulaklarımda. Her hafta Anadolu’dan kalkıp otobüslerle Silivri’ye taşınan anneleri mi sayayım size; kanser hastası eşleri, Müesser Yıldız’ın bakıma ihtiyacı olan Alzheimer’lı annesini mi?
BAŞBAKAN Yardımcısı Bülent Arınç, Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde CNN Türk’te, “Toplumun rahatlamaya ihtiyacı var” dedi. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması gerektiğini söyledi. “Ahmed’i, Nedim’i bıraksanız kaçarlar mı” diye sordu.
Arınç’ı muhalefet yıllarından tanırım. Vicdanlı bir siyasetçi olarak bilirim. İktidarlara uzak durmayı seçtiğim için bakan olduktan sonra hiç görüşemedik. Şimdi buradan sesleniyorum.
Sayın Arınç, lütfen söylediklerinizin arkasında durunuz. Cezaevlerinde gazeteci kalmamalı. Toplumun rahatlamaya gerçekten ihtiyacı var. Bu rahatlama muhalif sesleri susturarak, gazetecileri hapislere atarak değil, farklı görüşlerin kendilerini ifade etmeleri ile sağlanacak, bunu siz de biliyorsunuz.
Paylaş