ARAPÇA için kollar sıvandı. Beş ay önce, Milli Eğitim Bakanlığı’nın önerisi Bakanlar Kurulu tarafından onaylanınca bu yıl lise düzeyinde Arapça’nın seçmeli ders olması kesinleşti.
Anayasa paketiyle ilgili tartışmalar nedeniyle bu adım pek dikkat çekmedi. Bir iki itiraz dışında çok tartışılmadı da. Uygun eleman arayan Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu hafta gazetelerde yayınlanan ilanlarıyla konu yeniden gündeme geldi. Mecburi yabancı dilin yanında seçmeli olarak öğrenilen diller arasına Arapça’nın da dahil edilmesi bana göre yerinde bir karar. Türkiye’nin Ortadoğu’ya yakınlaşması, İslam dünyasında Arapça’nın ortak dil haline gelmesi için yapılan çalışmalar göz önüne alındığında Arapça’nın eğitim programına alınmasında anlaşılmayacak bir yan yok. Kaldı ki, Türkiye’de Güney ve Güneydoğu’da geniş bir kesimin anadili de Arapça. Bakanlar Kurulu’ndan sessiz sedasız çıkan bu karar nedensiz değil. Talep olmasa bu karar da çıkmazdı. Bunu isteyen, çocukların Arapça öğrenmelerini gerekli gören, yeni istihdam olanakları sağlayacağını hesap eden birileri mutlaka var. Beni rahatsız eden de tam bu noktada yapılan bir haksızlık. Birilerinin talepleri sessiz sedasız yerine getirilirken, Hükümet’in Kürtçe eğitimle ilgili talepler konusundaki katı tavırları.
KÜRTÇE ile ilgili talepler konusunda en radikal sesler muhatap alınıyor ve onlara yanıt verirken bütün kapılar en baştan kapatılıyor. Örneğin Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Kimse bizden resmi olarak anadilde eğitim beklemesin” dedi. Bu açıklamaların, ana dil konusunda en makul isteklerde bulunan insanların bile kalbini kıracağı, kimlikler arası bir ayrım, ırkçı bir inkârcılıkla karşı karşıya oldukları hissine kapılmalarına yol açacağı hesap edilmiyor. Bunun ne olduğunu anlamak için, ana diliniz konusunda sizin ülkenizin başbakanının ya da siyasetçisinin meydanlarda ileri geri konuştuğunu düşünün. Devletin size karşı hiçbir yükümlülüğü olmadığını oy verdiğiniz insanların ağzından duyduğunuzu farz edin. Nasıl bir tepki yükselir içinizden değil mi? Bu ülkede her gün birilerinin içinden bu tepkiler yükseliyor. Başkasının ana diliyle ilgili konuşurken dilimize biraz daha hakim olmamız gerekmiyor mu? Biz resmi olarak anadilde eğitim veremeyiz demek de, ana dilde eğitim isteği kadar muğlak. BDP çevrelerinden politikacılarla, Kürt aydınlarla yaptığım görüşmelerde bu konuda net bir görüş olmadığını fark ediyorum.
EN genel anlamda bu istek, müfredattaki bütün derslerin ana dilde görülmesi anlamında yorumlanıyor. Çünkü bunu isteyenler de var. Ama bu eğitim biçimi Avrupa’da denendi ve çok kötü sonuç verdi. Özellikle Hollanda da 80’li yılların başında Türk çocukları için Türk okulları açıldı ve yirmi yıl sonra paralel kültürler oluştu diye Hollandalı yetkililer ciddi özeleştiri yaptılar. Hollanda siyaset sahnesinde ırkçı partilerin yükselişinde, entegrasyonun önünü tıkayan ana dilde eğitim uygulamasının etkisi büyüktür.
ANA dilde eğitim ve ana dil eğitimi kırmızı çizgilerle konuşulmayacak kadar ciddi, hassas. Ama iyi niyet ile konuya yaklaşıldığında yaratıcı çözüm yollarının bulunacağına inanıyorum.