AVRUPA Birliği hedefinde beliren her gölgelenme yalpalamalara yol açıyor. Pusulası bozulmuş gemi gibi esas yollar ile "tali"ler arasındaki seçimler zorlaşıyor. Türkiye’nin öncelikleri ile ayrıntılar birbirine giriyor.
Avrupa Birliği’nin siyasi kurumları, geçen yıl sonunda alınan müzakere kararından sonra kış uykusundan uyanmaya başladı.
Bizim için de vizyon tazeleme zamanı gelmedi mi?
Avrupa Parlamentosu’nun genişleme raporuna bir göz atalım. Gerçi Avrupa Parlamentosu’ndan ne gelirse gelsin "bağlayıcı değil" diyerek onu küçümseme eğilimimiz var ama AB hukukuna göre hepsi birer AB belgesi, siyaseten de Komisyon’un yaklaşımını etkiliyor.
Genişleme raporu, Komisyonu’n ortaya attığı bir kavramın altını çiziyor. "Avrupa Birliği’nin özümseme kapasitesi."
Avrupa Komisyonu, bu yıl sonuna kadar "özümseme kapasitesi" kavramının içini doldurmaya çağrıldı. Hangi kriterler, müzakerelerin sonuna gelindiğinde, örneğin Türkiye’nin özümsenebilip özümsenemeyeceğini belirleyecek.
Adaylara tam üyelik yolunu göstermeden onları AB yapılanmasına bir biçimde "demirlemek" anlamına geliyor. Yani imtiyazlı ortaklığı üyeliğin yanı sıra yeni bir statü olarak adım adım ilerliyor.
* * *
RAPORUN Türkiye bölümünde Kıbrıs Rum Yönetimi ile doğrudan ticaretin başlaması bunun için ek protokolün hayata geçirilmesi çağrısı var.
Kıbrıs Rum Yönetimi’nin adanın temsilcisi olarak tanınması için "Bütün AB üyesi ülkelerin tanınması katılım sürecinin gerekli unsurudur" gibi ifadeler de girmiş rapora.
Raporda benim dikkatimi çeken iki ayrıntı var. Birincisi NATO çerçevesinde sürmekte olan bir minik krize olan atıf.
Türkiye’den, "NATO’da Berlin Plus anlaşmasını engellememesi" isteniyor.
Bunun açılımı şöyle: "Avrupa Birliği’nin ABD ile NATO çerçevesi içinde ikili işbirliği sürecinin başlayabilmesi senin elinde. Kıbrıs’ın NATO üyeliğini veto etme kararını kaldır."
Avrupa aslında ABD ile transatlantik ilişkiyi NATO dışına çekmek istiyor. Bunun NATO çerçevesinde olmasını isteyen Washington. Dolayısı ile anlaşmanın engellenmemesi Washington’un isteği ama Kıbrıs Rumları ve Yunanistan’ın da girişimiyle Avrupa’ya da benimsetildiği görülüyor.
İkinci ayrıntı da şu: Patrikhanenin ekümenik haklarının tanınması çağrısı yapılırken "İstanbul, İmros ve Tenedos Rumlarının hakları"ndan da söz ediliyor. Neden Türkiye’nin Ege’deki iki adasının beş bin yıllık isimleri yerine bugünkü Gökçeada ve Bozcaada olan isimleri geçmiyor?
Haklar konusunda olduğu gibi maddi hatalar konusunda da duyarlıyım da. Bunun üzerinde durmamdaki maksat, yarı Bozcaadalı olarak hataya dikkat çekmek. Düzeltilmesi için uğraşmak, hatayı göstermek bize düşüyor.
* * *
AVRUPA genişleme raporu siyasi pozisyon belgesi ama resmi süreçte de her şey tıkırında gitmiyor.
Müzakereler daha başlamadan teknik temelde sıkıntılar ortaya çıkmaya başladı.
Eğitim ve Kültür faslında tarama bitti ama müzakere açılması için Avrupa Konseyi, müzakerenin "siyasi kriterler"i de içermesini istedi. Almanya ve Fransa’nın girişimleri sayesinde ortaya çıkan yeni durumla ilgili AB Genel Sekreteri Büyükelçi Oğuz Demiralp ise şöyle diyor:
"Siyasi kriterler adalet, güvenlik, iç işleri ve temel haklarla ilgili fasıllar dışındaki fasıllarda yoktu. Biz eğitim ve kültür faslında Komisyon’a sorduk. Bize siyasi kriterlerin bu fasılda olmadığını söylediler. Biz de ona göre pozisyon hazırlıyoruz."
Avrupa Birliği’nin eğitim ve kültür ile ilgili müktesebatı sınırlı. Kısa sürede müzakere tamamlanıp bu fasıl kapanabilir. Ama siyasi kriterler dendiğinde işin içine başka unsurlar giriyor. "Türkçe dışındaki diller" gibi.