HAFTA sonu mahmurluğunun ardından kent canlanırken, Lefkoşa Camii’nden yükselen ses dikkatimi çekti.
Ezan mı? Saate baktım, hayır zamanı değil. Saat dokuz buçuk.
Sala verildiğini fark edince kulak kabarttım.
"Türk milletinin kalbinde yaşayan Bülent Ecevit’in ruhu şad, mekanı cennet olsun ya Rab."
Lefkoşa’nın yarısı Türk milleti, diğer yarısı Rum. Ama gökyüzünde ayrım yok ki? Minareden yükselen gür ses öte tarafa da uzanıyor, Kıbrıs’ın ortak tarihinin bir sayfasının kapandığını haber veriyordu.
Bir tarafın acısı acaba diğer tarafta hangi duygu ve düşünceleri çağrıştırıyordu dün? Sevinç mi? Mutluluk mu?
Rumlar, kendi mutlulukları için Ada’nın diğer yarısının mutsuz olması gerektiğine inanıyorlarsa yanılıyorlar. Mutluluk, acılar üzerine kurulabilir mi?
Kıbrıs’ın her iki tarafı da açık ya da örtülü mutsuzluk içinde. Papadopulos’un, Avrupa üyeliğini bu sorunun çözümü için kullanma takıntısı Rum toplumunu, ruhu kemiren bir virüs gibi sarmış durumda.
Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin düzenlediği bir toplantıya katılmak için buradayım. İsrail, Filistin, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs’tan Türk ve Rum gazetecilerin buluştuğu "barış gazeteciliği" konulu toplantı bile karalandı Rum basınında. Davet edilen Rum gazetecilerin isimleri listeler halinde yayınlandı, bu nedenle bazıları katılmaktan vazgeçmiş.
Bazen ümitsizliğe kapılıyorum. Hiçbir şey değişmeyecek mi?
***
KIBRIS’ta dün otuz iki yıl önceye döndüm. Ona bir teşekkür borcum vardı. Keşke bunca yıldır bir fırsat yaratıp teşekkür etmiş olsaydım.
Ama önceleri sosyal demokrasiyi, sosyalizmin içini boşaltan rakip olarak gördüğüm için mesafeli durdum, sonra da gazetecilik yıllarımda siyasilerle hele de iktidarda oldukları dönemde mesafeli durmayı mesleki bir tavır olarak benimsedim.
Ecevit’e 1974’teki siyasi af nedeniyle teşekkür etmek istedim hep.
Bu af sayesinde, 12 Mart darbesiyle Türkiye’nin düşünen, yazan, okuyan çevreleri, aydınları ve gençleri belleri kırılmış bir biçimde dışarı çıkmışlardı.
Ne kadar zor bir süreç yaşandığını, af olmasaydı düşünceleri yüzünden 20 yıl hapis cezasına çarptırılmış bir insan olarak çok iyi anımsıyorum.
"Gerçekte politik ve duygusal bir sorun olan siyasi af meselesi gündeme getirilmiştir... Silahlı Kuvvetler bu tip politik ve duygusal faaliyetlerin 12 Mart (1971) muhtırasının ruhuna aykırı olduğu kanısındadır."
11 Aralık 1972’de Yüksek Komuta Heyeti böyle demiş. Arşivimde saklamışım.
13 Şubat 1973’te Genelkurmay Genel Sekreterliği’nden yapılan açıklamayı da koymuşum Ecevit’e teşekkür dosyama.
"1. Son aylarda bazı sorumsuz politikacılarla kendi sorumluluklarını idrak etme yeteneğinden yoksun bazı politikacıların ve ülkenin kutsal çıkarlarını umursamayan ve Silahlı Kuvvetlerin gururlu sessizliğinden istifade etmek isteyen çeşitli ideoloji veya çıkar grubu temsilcilerinin yanlış yorumlarını arttırdıkları üzüntüyle görülmüştür.
2. Yüksek Komuta Heyeti, 12 Mart muhtırasının kendisine verdiği, ülkeyi ve Türk halkını karşı karşıya bulunduğu yıkımdan kurtarmak... sorumluluğu altında şunları emreder:
a) Dolaylı veya dolaysız olarak silahlı kuvvetlere ve 12 Mart Muhtırası’na yöneltilen tartışmalar ve kışkırtıcı küçültücü beyanlara bir son verilmelidir.
b) Muhtırada gösterilen yol izlenerek barış ve denge sağlanmalıdır...."
***
LEFKOŞA’da, sala veren müezzini dinlerken göğüs gerdiği rüzgárları anımsıyor ve ona teşekkür ediyorum. Geçen otuz küsur yılda ne yazık ki fazla bir şeyin değişmemesine de üzülüyorum.