Paylaş
Arap Baharı denen isyanların kolay durulmayacağı artık ortada.
Bir zamanlar Türkiye’nin bölgedeki tek istikrar adası olduğu söylenirdi. Galiba bundan sonra eskisi kadar kolay söylenemeyecek.
Çevredeki istikrarsızlık devam ettikçe, bölgesel çapta örgütlerin güçlenme olasılığının artmasının yanı sıra, bu dalganın siyasi, ekonomik ve toplumsal sonuçlarının kıyılarımıza ulaşmaması imkansız.
O dalgalara karşı güçlü dalgakıranların oluşması ise, istikrarın köklerinin sağlamlığına bağlı.
İktidar kabul etmese de Türkiye’de ciddi sorunlar var.
Kürt meselesinde söz etmiyorum. En temel meselelerdeki sorunları aşmadan, köklü ve cesur bir atılım gerçekleştirmeden Kürt meselesi ile baş etmek zaten mümkün değil.
İnsan hakları ihlalleri, iktidar partisi ve çevresindekiler kabul etmese de devam ediyor.
Nereye gitsem insanların gözlerinde korku var.
Yerel gazetelerde çalışan meslektaşlarımla konuşuyorum. Haber filan yapmanın ne kadar zor hale geldiğini görüyorum. Belediye başkanları bile “Acaba patronunu mu arasam” diye tehdit edebiliyor araştırmasını yapan gazetecilere.
ÖNCEKİ gün Nilüfer Belediyesi’nin düzenlediği “eşitsizlikler kaçınılmaz mıdır” temalı uluslararası bir sempozyuma katılmak için Bursa’daydım. Mimarlar Odası’nın kentteki usulsüz yapılaşmayla ilgili basın açıklaması, bağımsız haber portalı Bursaport dışında hiçbir yayın organında yer almamış.
Bu son zamanlarda duyduğum ve yaşadığım örneklerden sadece bir tanesi.
Bir başkası da yazar Mehmet Güler’in başına gelenler. Güler, geçtiğimiz günlerde Terörle Mücadele’den oldukları söylenen kişiler tarafından aranmış ve kendisine hâlâ yaşayıp yaşamadığı sorulmuş. Olayı araştıran avukatlarına, eski siyasi tutukların altı yılda bir adres ve telefon numaralarının tespiti için aranmalarını öngören yeni bir “genelge”den söz edilmiş.
İnterneti sınırlandırma projelerinin tartışıldığı, kitaplarla ilgili soruşturma kararlarının alındığı, yazarlar, gazeteciler hakkında davaların açıldığı, tutukluluk sürelerinin uzunluğu ile insanların cezalandırıldığı, bir cephenin her iddiasının “yersiz”, başka bir cephenin ortaya sürdüğü her şeyin “yeterli kanıt” kabul edildiği bir dönem bu. Karanlık güçlerin sevdiği puslu dönemlerden biri.
TÜRKİYE’nin insan hakları karnesi kötü. Düzelmesi konusunda da henüz bir umut görünmüyor.
Siyasetçiler iktidarı ele geçirmeye kilitlendikleri bu seçim döneminin hayhuyundan başlarını kaldırıp bekleyen tehlikeyi göremiyorlar.
İstikrarın garantisi olarak yapılması gereken ilk işin insan hakları ihlallerini sona erdirmek olduğunu hâlâ kavramıyorlar. Halkı güvensizlik içinde hissettiren adaletsizliklerin, ihlallerin sona ermesi için hızla adım atmak gündemde değil.
Güneydoğu’daki gelişmeleri sadece PKK, sadece BDP’nin “tahrikleri” olarak algılamak ve hafife almak çevremizde olan biteni anlayamamak demektir. İstikrarın temelinin, insan hakları ihlallerine derhal son vermekle güçlendirilebileceğini görmemek demektir.
Seçim gecesi sandıktan zaferle çıkanın, “Bana oy vermeyenlerin de başbakanı olacağım” demesi, bu kez huzursuz insanların içine su serpebileceğini mi sanıyorsunuz siz?
Paylaş