Gençler nasıl korunur

GENÇLER nasıl korunur?

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, dün TÜSİAD’da yaptığı konuşmada gençleri içkiden korumanın devletin anayasal sorumluluğu olduğunu söylüyor.
Gençlerle ilgili hükümetin gündeminde üç madde var.
Türban, içki ve yumurta.
Türkiye’nin genç nüfusunun bütün sorunu bunlar mı?
Hayallerini gerçekleştirecek hiçbir olanağa sahip olmamaları hiç mi sorun değil?
Gittikleri okullarda düşünce ve ifade özgürlüğünü en geniş biçimde soluyamamaları.
Şikayetlerini dillendirmeye kalktıklarında, eğer bunu sistemin ve iktidarın formatı dışına taşırırlarsa hemen, “Marksist-Leninist örgüt üyeleri” damgası yemeleri.
Bununla da yetinilmeyip “gizli güçlerin maşası” hakaretiyle karşı karşıya bırakılmaları.
Muhalefet haklarının hapis cezalarıyla kısıtlanması, suskun ve pısırık bir hiyerarşide kendilerine düşen yere razı olmaktan başka çıkar yol bırakılmaması hiç mi gençlik sorunu değil? 
Dünkü konuşmada Başbakan, otuz yıldan beri devletin kullandığı bu jargonu tekrarladı. Marksist Leninist örgüt üyeleri!
Anti komünist söylemden medet uman siyasetçi tipinin tarihe karıştığını sanıyordum.
İleri demokrasiden söz eden bir siyasetçinin hâlâ aynı dili kullanması şaşırtıcı değil mi?
  
TÜRBANA gelince, bu meseleyi kanunları uygulanamaz hale getirerek değil, yasal düzenlemelerle çözmek hükümetin sorumluluğu değil mi?
Üzerinden siyaset yapmayı düşünmüyorsa tabii.
Ama bu düzenleme için de net olmak lazım.
Türbanlı kadınları boşluklardan sızmaya çalışan tırtıkçılar durumuna düşürmeden bu işi çözecek olan hükümettir.
Çözüm için toplumsal uzlaşmayı sağlayacak olan da hükümettir.
Uzlaşma sağlanmadan bu sorun aşılamaz. Uzlaşma sağlandığında sınırlar netleşecek. Belki sınırlar belirlenecek. Diyeceğiz ki şuralara türbanla gidilebilir, şuralara gidilemez.
Ya da sınır mınır kalmayacak, isteyen istediği kılıkla her yere gidebilecek. Ama mesele çözülecek.
Biz yaptık oldu karmaşasının yerini hukuk düzeni alacak.
Karşılıklı dayatma geriliminden bu ülke kurtulacak.
      
TÜSİAD’a seslenirken Başbakan, Hrant Dink davası ile ilgili eleştirilere de “insaf, biz katili 36 saatte bulduk” diye yanıt verdi.
Keşke gerçek katillerin kısa sürede ortaya çıkartılmalarıyla da övünebilseydi.
Yeni bir anayasadan söz ettiği, iş adamlarını yerli otomobil üretmeye çağırdığı konuşmasında yeni bir Türkiye vizyonu çizmesini beklerdim ben.
Gençleri içkiden kurtarmak için yasal düzenleme yerine, onları mutlu edecek canlı bir spor, sanat, kültür ortamı yaratmak için attığı adımları anlatabilseydi keşke.
Küresel rekabete açılan sanatçılardan, yazarlardan, sporculardan, bilim insanlarından söz etse ve gençlerin bu örnekleri izlemeleri için iş dünyasına “birlikte ne yapabiliriz” sorusunu yöneltseydi.
Hrant Dink’in ölümünün dördüncü yılında Türkiye’nin ifade ve basın özgürlüğü açısından kat ettiği yolları anlatabilseydi, orantısız para ve hapis cezalarıyla, ölümlerle gazetecilerin susturulmasının Türkiye’nin kaderi olmadığını söyleseydi. Faili meçhullerin üzerine aslanlar gibi gittiklerini anlatsaydı.
Ama o farklı bir vizyon aktardı. Gençlerin nasıl korunması gerektiğini anlatırken bir soru takıldı aklıma. Yoksa Ogün Samast içkiyi fazla kaçırdığı için mi Hrant Dink’i öldürdü?
Yazarın Tüm Yazıları