ÇOK güçlü bir halk desteği ile iktidara gelen AKP hükümeti tam bir hayal kırıklığı yarattı.
Dış politikada bu kadar çok hatayı böylesine kısa bir zamanda yapmak da bir başarıdır ama bu hükümetin Irak krizinden Kıbrıs sorununa ve ekonomik krizi yönetimine kadar hiçbir alanda bir başarısını görmedik.
Yok, hakkını yemeyelim, bu hükümetin tek başarısı Tayyip Erdoğan'ı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne taşımış olmasıdır.
Dün tezkere tartışmaları sırasında Erdoğan'ı Meclis'te hükümete ayrılan bölümde gördüğüm zaman, ‘‘işte başarı’’ dedim. Sistemle kavgalı bir siyasi çizginin ‘‘mağduriyetinin’’ hesabı kapandı.
Sadece Türkiye değil, dünya ile de meşruiyet sorunu olan bir hükümetin, Irak gibi büyük bir krizde ‘‘kararlı’’ bir politika izlemesi çok zordu.
Kendisini seçmen kitlesine, bir zamanlar kavgalı olduğu devlete, Avrupa'ya, Washington'a, Arap dünyasına beğendirmek zorunda olduğunu düşünen bir hükümetin, bütün değerlerin altüst edildiği, kıstasların kaybolduğu bu büyük krizde bir politika belirleyip onda ısrar etmesi, bir cephe seçip orada direnmesi mümkün değildi.
Karmaşık pazarlıklara dalarak, mavi boncuklar dağıtarak derin stratejik manevralar yapılamadı.
Has ipek kendisini kırdırmaz. AKP politikaları Türkiye'yi kırdırdı.
Washington'un tavrı affedilmez. Ama yaptı. Saddam'dan önce Türkiye'ye ültimatomlar verdi. Bağdat'tan önce Türkiye'yi Kürt kartı ile ve hatta savaş ile tehdit etti.
Avrupa ise Ankara'nın ne yaptığını anlayamadı. Fransa ve Almanya'nın neden Türkiye'ye yeterli destek vermediklerini sorduğumda hep aynı yanıtı aldım. ‘‘Sizin ne yaptığınız belli değil.’’
Gaziantep'ten İstanbul'a kadar Amerikan asker ve mühimmatlarının sevkini yansıtan görüntüler, ‘‘Ben bu işin dışındayım’’ diyen bir ülkenin görüntüleri miydi?
* * *
KENDİSİNE ‘‘ilahi’’ misyon biçen bir dijital güç olma hedefi ile yola çıkan Bush Yönetimi'ni iyi okuyamadık.
İktidara geldiği andan itibaren, uluslararası yükümlülüklerden tek taraflı olarak çekilmesini ciddiye almadık. Kyoto çevre anlaşmalarına uymayacağı açıklamaları, Rusya ile devam eden silahların sınırlandırılması anlaşmasından tek taraflı çekilmesi uluslararası ittifakları ve kuruluşları hiçe sayma noktasına ulaştı.
11 Eylül dönüm noktası oldu.
‘‘Ya bizimle berabersiniz. Ya da bize karşı’’ dedi ABD Başkanı Bush. ‘‘İttifak, müttefiklik’’ kavramı ile taban tabana zıt bir ‘‘dost ve düşman’’ anlayışıydı bu.
Geçen yıl yeni ulusal strateji belgesini açıklarken ise ‘‘İnsanlık, düşmanlarına karşı özgürlüğün zaferini garanti edecek bir fırsat ele geçirdi’’ diyordu ABD Başkanı ve devam ediyordu ‘‘ABD, bu önemli misyonu yerine getirme görevinin kendi üzerine düşmesinden gurur duymaktadır.’’
Bu misyon, ne Birleşmiş Milletler, ne NATO, ne AGİK'den yani herhangi bir uluslararası örgütten verildi Washington'a.
Bush Yönetimi'nin kendine biçtiği ‘‘dünyayı kurtarma’’ misyonu, demokrasi ve ortak değerler bütünü olan ‘‘Batı’’ yı yok ediyor.
Diktatörlere karşı mücadele onların yöntemleriyle başarıya ulaşabilir mi? Demokrasi, kendisi dışında herhangi bir yöntemle ‘‘korunabilir’’ mi?
* * *
BUGÜN Nevruz. Bahar bayramı, başlangıç bayramı. Bir ‘‘kurtarıcının’’, dünyayı savaşa sürüklediği bir günde hüzün ve sıkıntı var içimde. Bu başlayan, bahara benzemiyor.