BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın Orhan Pamuk davasıyla ilgili Avrupa Birliği’ne kızdığını anlıyoruz.
‘AB’nin tavrını aynı içerideki bazı olaylar gibi değerlendiriyorum. Van olaylarında medyasıyla birçok sivil toplum örgütü ile yargı baskı altına alınıyorsa, AB de şu anda bizim yargımızı baskı altına almaya çalışıyor. Şişli’de yapılan ne kadar yanlışsa, ondan önce Van’da yapılan da o kadar yanlıştır. Olay doğru veya yanlış yargıdadır. Burada yargının vereceği karar beklenir’ diyor.
Üstelik sadece Avrupa Birliği’ne değil. Van Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın’ın, tutuklu olarak yargılanmasının insan hakları ihlali olduğunu söyleyenlere de kızıyormuş Başbakan.
‘Ne karışıyorsunuz. Yargı karar verir’ sonucunu çıkartıyorum söylediklerinden. Demokrasilerde yargı süreci tam steril bir ortam içinde geçemez.
Hele de siyasi davalarda, kamuoyu da dolaylı olarak davanın müdahilidir.
Bunları bir kenara bıraksak bile, Başbakan’ın bu yaklaşımı Türkiye’nin tam üyeli hedefi koyarak başladığı Avrupa Birliği müzakereleri iklimi ile de hiç uyuşmuyor.
Her iki davaya karşı yükselen tepkinin nedeni, ilkinde insan hakları ihlali, ikincisinde de ifade özgürlüğünün kısıtlanmasından kaynaklanıyor.
Üstelik siz, hükümet olarak yasalarınızı Avrupa yasaları ile uyumlu hale getirmek üzere masaya oturmuş, müzakere ediyorsunuz. Eğer ne yaptığınızın farkında iseniz olaylara bu yorumu getirmezsiniz.
Hele, ‘Avrupa Birliği Parlamenterlerinin böyle bir yargılama esnasında gelişleri aslında yargıya bir baskıdır. Yaptıkları açıklamalarla bunu gösteriyorlar. Bu da yanlıştır. Buna hakları yok. Aynı şeyi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de yapsınlar ya’ hiç demezsiniz.
Çünkü, AB üyesi olmak için yapmanız gereken tek ama tek şey, kendi yasalarınızı bırakıp Avrupa yasalarını benimsemek.
Özellikle de Kopenhag kriterleri denen ilkeler çerçevesinde insan hakları, düşünce, inanç, ifade özgürlüğü, azınlık hakları gibi özgürlüklerle ilgili yasalarınızı AB yasalarıyla tam uyumlu hale getirmeniz gerekiyor.
* * *
ELEŞTİRİLER, yargıyı baskı altına almak için değil, AB müktesebatı ile uyumlu hale getirmek amacıyla yeniden düzenlenen ceza yasasındaki değişikliklerin yeterli olmadığını göstermek için yapılıyor.
Avrupalı parlamenterlerin gelmelerine ne gerek vardı, oturdukları yerden yapsalardı eleştirilerini de denebilir. Ama gelenlerin kimliğine bir bakın. Büyük çoğu Avrupa’da Türkiye’nin üyeliğini savunan kişiler. Avrupa Parlamentosu’nda müzakere kararı döneminde ‘Türkiye’ye Evet’ pankartları ile oylamaya katıldıklarında ne demiştik? ‘Türkiye’nin dostları.’
Eleştirdiklerinde ise ‘Baskı yapmaya hakları yok.’ Nerede bunun standardı?
Avrupa Parlamentosu, önümüzdeki önemde daha da güçlenecek. Avrupa’nın geleceği ile ilgili tartışmalarda en fazla üzerinde durulan noktalardan biri de, tabandan birliğin sağlanması bunun için de parlamentonun yetkilerinin artırılmasının gerektiği tartışılıyor. Bu tartışmalar, Parlamentonun daha etkili rollere soyunmasına, daha müdahaleci olmasına yol açacak.
Avrupa Birliği’ne hazırlanmak Avrupa’daki tartışmaları da izlemeyi gerektirmez mi?
Ama bırakın tartışmaları izlemeyi, Başbakanımız Avrupa ile müzakerelere oturduğumuzu bile unutmuş gibi görünüyor.
Yoksa, ulusal farklılıklar değil, partilerin siyasi görüşler temelinde gruplaştığı Avrupa Parlamentosu’nda birlikte hareket edeceği bir grup arayışı içinde olan bir partinin lideri olarak, gelecekteki ortakları için böyle sözler sarf eder mi?
Ama belki de Başbakan’ın yorumları unutmaktan değil Avrupa Birliği’ni anlamamaktan kaynaklanıyor. O zaman, birileri bir an önce onu bilgilendirsin. Çünkü, en üst seviyede siyasi liderlik olmadan bizim müzakere sürecini yürütmemiz zor.