FRANSA Dışişleri Bakanı Michele Alliot ?Marie, Tunus Devlet Başkanı’nın ülkeyi terk ettiğini Tunuslu bir arkadaşından duyduğunu açıklarken nasıl gafil avlandıklarını itiraf ediyordu.
Fransa’nın, arka bahçesi olarak gördüğü Magreb’de diktatörlere göz yummaktan, gerçeği göremez hale geldiğinin itirafı. Bu kasıtlı körlüğün hangi boyutlara ulaştığının izi, Fransa dışişleri bakanlığı sözcüsünün Perşembe günü yaptığı açıklamasında da vardı. Sözcü Bernard Valero, “Fransa hükümeti, Bin Ali ve çevresinin Fransa’daki hesaplarını bloke etmek üzere gerekli önlemleri aldı” dedi. demek ki Fransa, bir diktatörün ülkesini soyup soğana çevirmesine de göz yummuş, yolsuzluk rejimine bir nevi yataklık da yapmıştı. Tunus’ta olayların ilk günlerinde neden sessiz kalındığı sorusuna bazı Fransız yetkililerin “ Biz başkalarının içişlerine karışmayız” açıklamaları, Fildişi Sahili’nde aralık ayında yapılan seçimleri kaybetmesine rağmen görevden ayrılmayan Devlet Başkanı Gbagbo’ya “koltuğu bırak ya da yaptırımlar geliyor” talimatını verdiği günlere rast geldi. Ama en acıklısı da Avrupa Birliği yetkililerinin verdikleri yanıtlardı. Neden Avrupa sessiz kaldı? “Bizi Fransa’nın kararsızlığı yanılttı. Geç tepki vermemize neden oldu!”
TÜRKİYE? Türkiye’nin de durumu farklı değil. Dışişleri Bakanlığı’nın 14 Ocak’ta yaptığı üç kısa açıklamada, “olayları derin kaygı ve üzüntüyle karşılıyoruz” dendikten sonra “Bölgesinde önemli bir konuma sahip olan dost ve kardeş Tunus’ta mevcut gerginliğin daha da artmaması, asayiş ve huzurun yeniden temin edilmesi” temennisinde bulunulmakla yetinildi. Bu açıklamada ilgimi “yeniden” sözcüğü çekti. Olaylardan önceki istikrar “huzurlu” bir istikrar mıydı? 23 yıllık diktatörlük rejimine karşı, her şeyi göze alarak isyan bayrağını dalgalandıran Tunus halkına verilecek cevap bu olmamalıydı. “Huzurlu istikrarına dönersin inşallah!” Olayların şiddete yol açmadan, ülkede demokrasi, insan hakları, özgürlükleri güçlendirmesine katkıda bulunması temenni edilebilirdi. Türkiye’nin bu yolda destek vermeye hazır olduğu mesajı verilebilirdi. Ama sadece Tunus değil. Türkiye Lübnan’da da bunu yapıyor. Hariri suikastının aydınlatılması yerine, katil ile maktulün “istikrar” noktasında uzlaşmalarına çaba sarf ediyor.
El KUDS El Arabi gazetesinde yayınlanan yazısında Faslı gazeteci Hussein Macdubi tarafından önemli bir saptama yapılıyor. “Batı, Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birlikte Doğu Bloku’ndaki ayaklanmaları, sonra Gürcistan ve Ukrayna’daki halk hareketlerini destekledi. Venezuela, Bolivya, Ekvator ve İran’da muhalefetten yana tavır aldı. Ama Arap dünyasına bu desteği vermedi” diyor “Bu ayrımcı tavır Batı’yı, sadece öncülüğünü yaptığı demokrasi ilkeleriyle çelişkiye düşürmüyor; halklarının zenginliklerini sömüren, varlıklarını çalarak suç işleyen bu rejimlerin suç ortağı haline getiriyor.” Avrupa’nın, istikrar uğruna, zengin kaynakların paylaşım hesapları uğruna, Arap rejimleri ile işbirliği içinde olması, demokrasinin gelişmesini engelliyor. Arap sokakları, artık sadece İsrail karşıtı söylemlerle hareketlenmiyor. Tunus’taki olaylarda, Cezayir’deki gösterilerde sadece sakallı ve baş örtülü kadınlar yok. Yolsuzluklardan, baskılardan bunalan demokrasi isteyen her kesimden halk var. Devrim mi değil mi kesin bir sonuç için henüz erken. Ama şu bir gerçek. Arap halkı, Batı’nın desteği ile değil, demokrasiyi kendi sokaklarında, kendi deneyimleriyle öğrenme sürecini ateşledi. Bu kolay bir yol değil. İnişli çıkışlı ama en kalıcı ve hakiki olanı; Demokrasi, insan hakları ilkelerini görmezden gelen bir dış politikanın halklar nezdinde etkisizliğini göstereni.