SLOVENYA'da tarihi bir gün. On yıl önce Yugoslavya'nın ilk ayrılan parçası olan bu küçük ülke, ikinci cumhurbaşkanını seçerek, genç bağımsızlık tarihinin geçiş dönemini kapattığını ilan etti. Şimdi hedef AB üyeliği.
Türkiye ile diğer adaylar arasındaki önemli fark da bu işte.
AB için aynı kulvarda yarıştığımız diğer adayların bağımsız cumhuriyet geçmişi henüz on yıllık. ‘‘Tabula rasa’’ yani beyaz sayfa ile çıktılar çoğu değişim yoluna.
Kopenhag Zirvesi'nde Slovenya'ya 2004'ten itibaren AB üyesi olacağı söylenecek. Bunun gerçekleşmesi için önümüzdeki Mayıs ayında referandum yapılacak.
2006'dan itibaren de AB'ye üyelik aidatı ödemeye başlayacaklar. Eh tabii sadece yardım alınmıyor bu birlikten, bütçeye katkıları da gerekiyor.
Eskilerde Avrupa'ya otomobille çıkılan yolculuklarda, bir Yugoslav kenti olarak transit geçilen Lubliana'da dün Avrupa Birliği'nin tüm aday ülkelerinden gazeteciler bir aradaydık.
Adaylık sürecindeki sorunları, kamuoylarının AB üyeliği konusunda nasıl ikna edildiğini konuştuk.
Aramızda İtalyan medyasının da temsilcileri de vardı. Onları da bu vesileyle aydınlattık.
Türkiye gibisi yok. Bu kadar köklü bir değişim iddiasını kimse yüklenmiyor. Türkiye sanki bir misyon yerine getiriyor.
Hem değişiyor, hem çevresinde değişim etkisi yaratıyor.
* * *
ARALARINDA yıllardır tanıdıklarım da bulunan İtalyan meslektaşlarım, Türkiye'nin Avrupa'ya hiç aklına getiremediği soruları sordurmaya başladığını itiraf ediyorlar.
Seçiklerden bir gün sonra bütün Avrupa basınının, ordunun Türkiye'nin radikal dinciliğin kucağına düşmemesi için bir güvence olduğu noktasında birleştiğini ben gündeme getirmedim. ‘‘Avrupa'nın kafası karıştı’’ başlığı altında onlar söylediler bana. ‘‘Dün öyle diyenler, bugün böyle demeye başladılar’’ diye, komiklik anlatır gibi anlattılar.
Giscard d'Estaing'in hayalini kurduğu, Hıristiyan Fundamentalist Avrupa hedefi hakkında ne düşündükleri sorusunu ise ben sordum.
Yakışıyor mu bu Avrupa modernliğine, ilkeler temelinde bir barış ve işbirliği coğrafyası vizyonuna?
‘‘Kopenhag Zirvesi bir Türkiye zirvesi olacak’’ dediler. Şu sıralarda on beş üyenin tek konuştuğu buymuş, Türkiye'ye, kendimizi bağlamadan ama onu da uzaklaştırmadan nasıl bir yanıt vermenin formülü üzerine çalışıyor Avrupa başkentleri. Türkiye'ye net bir yanıt verilmesini isteyenler diğerini ikna etmeye çalışıyormuş. İtalyanlar söyledi.
* * *
‘‘AVRUPA Komisyonu bizim farkımızda değil.’’ Slovenya'nın tasası bu. AB üyesi ülkelerin kamuoyları genişleme konusunda bilgisiz. Kamuoyu yoklamalarında, Avrupa'nın yeni üyeleri kimler olacak sorusuna en fazla yanıtı Polonya alıyormuş. Türkiye de peşinden geliyor. Polonya ve Türkiye tanınıyor ama kimse Slovenya'dan söz etmiyormuş. Slovenya Hükümeti'nin kamuoyunu Avrupa Birliği konseptine alıştırmak için oluşturduğu Halkla İlişkiler ve Medya Ofisi'nin Direktörü Dr. Alja Brglez, ‘‘Belki de bizi Slovakya ile karşılaştırıyorlardır. Oysa biz görülür olmak istiyoruz’’ diyor.
Kıbrıs Rum Yönetimi'nden gelen ve ‘‘Lütfen gazetene yaz ben Türklerle birlikte olmak istiyorum, eşitlik istiyorum’’ diyen genç gazetecilerin şikayeti ise farklı. ‘‘Biz de, herkesin sürekli bizden söz etmesinden rahatsızız. Çünkü sorunluyuz’’ diyor.
Adaylar olarak ortak sorunları da tartışıyoruz. Ulusal egemenlik, bağımsızlık konusu gibi. Daha on yıl önce bağımsızlıklarını kazanmış olan ülkeler özellikle hassas. Tarımda sübvansiyonların kalkması gibi, ulusal kimlik ve kültürün hakim kültürler arasında eriyip gitmesi gibi.
Avrupa birliği'nin, en çok gündemde olan adayı Türkiye'den, ‘‘Acaba adımı karıştırdıkları için mi kimse benden söz etmiyor?’’ kaygısına kapılan aday ülkeye kadar hepimiz aynı kayıkta, heyecan verici bir insanlık deneyiminin hem aktörleri hem de seyircileriyiz.