Paylaş
Bazı cümleler vardır.
İlk bakışta sıradan/anlamsız gelir.
“Ee yani” dersin.
Sonra, söyleyene bir bakarsın.
O tek satır, yarım nefeslik cümle...
Koca bir kompozisyon oluverir.
Anlattığıyla -anlatmak istedikleriyle- nefes nefese bırakır.
*
İşte örneği...
Yazının girişinde yazdım.
Bu söz:
* Kendini bilmediği (40’ı bile çıkmamıştı) bir süreçte engeliyle tanışmış
* 44 yıllık yaşamında iki elini, iki ayağını hiç kullanamamış
* Deyim yerindeyse dişleriyle yürüyen, koşan, savaşan...
Oğuz Mucurluoğlu’na ait.
*
Ankara Hürriyet olarak Mucurluoğlu ile 2011’de tanıştık.
“Yahu bu Karanfil Sokak’taki asansör çalışmıyor. Hadi beni boşverin. Benden daha mağdur bir yaşama sahip engelli arkadaşlarım var” demişti.
O gün bu gündür...
Kentin neresinde bir ‘engel’le karşılaşsa...
Engellilerle ilgili bir fikri, düşüncesi olsa...
Arar, yazar.
*
İşte yine öyle bir gün...
Cumartesi akşamı önce kulağımı, sonra telefonumu çınlattı.
O en uzun ve kara gece 15 Temmuz’u lanetleyip, şöyle dedi:
“Hayatta engelli olmak sadece işitmemek, görmemek, yürüyememek değil. Darbe de bir özürlülük/engellilik halidir. Fiziksel bir engelli için tekerlekli sandalyede yaşamak ne ise, demokrasiyi kaybetmiş bir toplum için de darbe aynı şeydir.”
*
Bir de yazı yazmış.
Belki bedeniyle değil ama...
Düşence ve hisleriyle tankların önüne yatan, üstüne çıkan Mucurluoğlu, “Darbe de bir özürlülük/engellilik halidir” sözünü iletisinde şu ifadelerle anlatmış:
O İNSANLARIN TOPLARI-TÜFEKLERİ SADECE CANLARIYDI, BEDENLERİYDİ
“Ülkem insanı ‘Ne askeri ne de sivil, hiçbir darbe kabul edilmez, edilemez’ dedi. 15 Temmuz gecesi tek yürek çıktı meydanlara. Türkiye, darbe girişimine karşı terör örgütünün karşısında 7’den 70’e el eleydi. Gazilerimiz oldu, şehitler verdik. Ama ülkemizin sahip olduğu Cumhuriyet’i ve Demokrasi’yi ne pahasına olursa olsun koruduk. Canhıraş ön saflarda olanların ne silahları ne de tankları vardı. O gece, o insanların topları-tüfekleri yalnız ve sadece canlarıydı, bedenleriydi. ‘Bir ölür bin doğarız’ dercesine.
O gece sabaha kadar hiçbir dairenin ışıkları sönmedi, televizyonları kapanmadı. Hatta neredeyse nefes alınmadı. Nokta vuruşu anlık kararlarla hareket ediliyor olmasına karşın en yoğun olgu; ne yapılacağının bilinmezliği içindeki çaresizlikti! Çaresizlikler içinde üretilen çareler. Tüm olumsuzluklara karşın bir şeylere tutunmak. Elin-kolun bağlıyken bile varlığını dimdik sürdürmek. Yani ince belli çay bardağını eline alamamak. Buna karşın tavşankanı o çayı içebiliyor olmak. Çaresizlik içinde susuzluktan ölürken; ikinci bir kişiye ihtiyaç duymak, muhtaç olmak. Veya gece yatağında üzerin açılıp, üzerini örtebilmen imkânsızken ve üşümeye mahkûmken yoğun bir telepatiyle birisinin uyanmasını dilemek...
Birebir bu örnekler örtüşmese de, ülkemiz için ‘Ne yapabilirim’ düşüncesiyle benzer yetmezlikler yaşandı o cumartesi gecesi. Yaklaşık ve kabaca 12 saat içerisinde sindirildi, artçıları devam etse de. O darbe bastırıldı. Bastırıldı bastırılmasına da, asıl darbe başka türlü gerçekleşti! Ülke nüfusumuzun yüzde 13’lük kesimini oluşturan ve yaşamları boyunca iç içe oldukları çaresizlik deryasında yüzenlerle, geriye kalan kısım özdeşleşebildi ve bir parça da olsa anlayabildi. Her ne kadar bireysel olarak yaşanılanlar farklılıklarla dolu olsa da bir noktada yollar kesişti böylece o gün.”
YOLU GİTTİ İZİ KALDI
BÜYÜKŞEHİR Belediyesi, haziran ayında servis ettiği bir haberle duyurmuştu:
‘İz yolları onarılıyor.’
*
Okur Bakaner Karakuş, Büyükşehir’in duyurduğu bu habere istinaden, iketisinde şöyle diyor:
SANKİ ORTA ŞERİT ÇİZGİSİ
“Her gün adımladığım Ziya Gökalp ve Mithatpaşa caddelerinde, bu yönde hiçbir çalışma yapılmadı. Kılavuz yollar bozulduğuyla kaldı, hatta bazı kısımları yok oldu.
* Galeri Kara’nın önündeki, görme engelli kılavuz yolu değil de sanki şehirlerarası yolun, orta şerit çizgisi gibi.
* Kocatepe Camii’ne giden yoldaki kaldırımdan sökülen parçalar ise bir çiçekçi dükkânının önüne dizilmiş.
Büyükşehir Belediyesi, onarım çalışmalarında kentin en çok kullanılan bölgelerine öncelik verilmeli.”
Paylaş