Yeşil ölümün sırrı çözüldü

SADUN Boro aramıştı:- Fatih şu anda Mandalya Körfezi’ndeyim. Burada tam bir felaket var. Az ilerisi Türkbükü. Oraya doğru deniz yeşile dönmüş. Dip görünmüyor. Anlamadığım bir şey bir ölüm gibi sarıyor denizi... Yazık çok yazık...

Denizden gelen bu "imdat çığlığı"nı yazmıştım. Sonra televizyonlar Boro’yla konuştular. Çevre duyarlılığı bir tepkiye dönüştü... Çevre Bakanlığı’ndan "sizi arayacağız" dediler. O kadar. Sonra ses kesildi... Arayan soran yok. Kimin umurunda... Nasılsa deniz kimsenin değil... Sahibi yok.

Yani tarla benim değilse at çöpü gitsin... Deniz benim değilse kirlet gitsin... Ne Çevre Bakanlığı ne de Turizm Bakanlığı en ufak bir tepki vermedi... Ama neyse ki çevre dostları var.

Araştırdılar, incelediler ve buldular yeşil ölümün sırrını... Sebep kıyı belediyeleri... Kullandıkları arıtma sistemlerinin deniz dibi deşarj fonksiyonu yok.

Yani arıtma tesisi var. Ama o atık suyun kıyıdan çok uzakta denizin dibinde 150 metre toprak altına basılması gerekir. İşte bu yok..

GELECEĞİN KATLİAMI

Bu nedenle atıklar doğrudan denize basılıyor. Böylece denizin üzerinde bir köpük katmanı oluşuyor.

Dip görünmez oluyor. Aynı zamanda da yosunlanma başlıyor. Ne yazık ki kıyılarımızın büyük bölümünde durum bu... Yani deniz dibi deşarj sistemi yok. Atıklar kıyıdan denize basılıyor.

İşte böyle sevgili balık kardeşim. Pavuryam, Yunusum... Ahtapotum...

Önce kör ediyoruz seni... Sonra ölüm... Böyle katlediyoruz çocuklarımızın geleceğini...
Haberin Devamı

İKİNCİ YAZI

ADALARI İŞTE BÖYLE GÖRÜYORLAR

3 Eylül günü Türk ve Rum heyetleri barış için bir araya geliyorlar. Ortada "iyi niyet" var... Yunan Dışişleri Bakanı büyük bir heyecanla, "İyi niyet esastır. Görüşmeler olumlu" diyor..

/images/100/0x0/55eb6396f018fbb8f8bdf650Türk Dışişleri Bakanı, "İyi niyetten kuşkumuz yok" diyor. 3 Eylül günü Türk, Yunan ve İngiliz basını orada... Taraflar açıklama yapıyor: "İyi niyet çabası..."

Ve aynı gün, aynı saatlerde Türk Genelkurmay’ı Türk Dışişleri’ne şu bilgi notunu gönderiyor:

"Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın Ege Denizi’nin uluslararası hava sahasında Eğitim Uçuşu icra eden F-16 uçaklarına, Yunanistan’ın Limni ve Tanagra meydanlarından kalkan F-16 ve M-2000 uçakları tarafından üç kez önleme yapılmıştır."

KUZU MU, ŞAHİN Mİ

Kimse sormuyor:

- Yahu kardeşim adam Ege’nin kuzeyindeki Limni Adası’ndan silahlı, füzeli uçak kaldırıp Türk jetlerini taciz ediyor. Aşağıda, Ege’nin güneyinde Kıbrıs Adası için iyi niyet diyor, bu nasıl iş? Bu nasıl niyet?

Aynı gün, aynı saatler... Sonra 11 Eylül’de heyetler yine "iyi niyet"le bir arada. Aynı saatlerde Türk Genelkurmay’ı yine benzeri bir bilgi notunu geçiyor... Çünkü yine taciz oluyor... Kimse çıkıp "Yahu bari bugün yapma kardeşim" demiyor. Niyet belli:

Aşağıdaki "adayı" görüşürken "kuzu"; yukarıda, daha önce alıp "Merak etme silahlandırmayacağım" diye söz verdiği Limni’den şahin... Silahlı uçaklar üstümüze geliyor.

NARENCİYE KAFASI

Evet niyet belli:

Onlar bu adaları portakal ve limon bahçeleri olarak değil, Ege’nin ve Akdeniz’in en büyük uçak gemileri olarak görüyorlar... Bu yüzden İngilizler apar topar Rum tarafıyla üslerin anlaşmasını imzalıyor... Sonunda bu iş gelecek, adadaki askeri varlığa dayanacak. Eğer orayı yalnızca portakal bahçesi sanıp "narenciye kafası"yla pazarlık yapan varsa sonunda yanılır... İşte Limni.... Adam farkında olmadan hatırlatıyor...

ÜÇÜNCÜ YAZI/images/100/0x0/55eb6396f018fbb8f8bdf652

Örtülü af değil, örtüsüz cesaret zamanı

YÜKSEK kurulların toplandığı Ankara’daki acil soru artık şudur:- Terörist dağdan nasıl indirilecek?

Genelkurmay Başkanı Org. İlker Başbuğ’un Güneydoğu gezisinden çıkan iki mesaj bu sorunun cevabını da veriyor.. Org. Başbuğ halkın arasına karışmış ve sohbet etmişti. Bu bir ilkti... Sonra sivil toplum örgütlerinin temsilcileriyle uzun sohbetler yapmıştı... Ana tespit şuydu:

- Dağdaki örgüt, sivil toplum örgütüyle çözülür...

Aslında bu gelişmenin sinyalleri Org. İlker Başbuğ’un şu sözlerinde vardı:

"Katılımın ana nedenleri, örgütün yaptığı propaganda faaliyetleriyle bazı kişileri kandırması ve yine bu kişilerin işsiz olmalarını istismar etmesi ve örgüte katılmaları için onları zorlamasıdır. Örgütün eline özellikle bu şekilde düşenlerin anne ve babalarının duyduğu üzüntüyü de anlıyoruz. Elbette katılımın diğer nedenleri de vardır. Örgüte katılımların engellenmesi ve kontrol altına alınması gerçekleştirilirken, aynı zamanda dağdaki teröristlerin örgütten ayrılması üzerinde de önemle durulmalıdır."

İşte iki kritik cümle:

- Dağdaki teröristlerin örgütten ayrılmaları üzerinde de önemle durulmalıdır...

- Örgütün eline özellikle bu şekilde düşenlerin anne ve babalarının duyduğu üzüntüyü de anlıyoruz.

AKLA GELEN PROJE

Biraz daha açarsak; Uzunca bir süre önce teröristlerin dağdan inmeleri, hatta Kuzey Irak’taki yöneticilerinin silah bırakması için bir proje hazırlanmıştı... Proje MİT Müsteşarı Emre Taner tarafından devletin en üst makamlarına sunulmuştu. Bildiğim kadarıyla Cumhurbaşkanı Abdullah Gül desteklemişti (o zaman Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı). Ancak asker projeye sıcak bakmamıştı... Şimdi Org. Başbuğ’un Güneydoğu’ya gidip halkın arasına karışması... Onları dinlemesi. Sivil toplum örgütleriyle bir araya gelmesi bu projeyi yeniden akla getiriyor... Yani teröristlerin, (kandırılmış gençler) olarak silah bırakması ve dağdan inmesi için gerekli psikolojik zeminin hazırlanması gibi...

Artık buna bir "taviz" bir "örtülü af" gibi bakılmamalıdır... Org. Başbuğ’un Genelkurmay Başkanlığı’ndaki en köklü tavır bu olacak gibi görünüyor... Çünkü artık ihtiyacımız olan "örtülü af "değil, "örtüsüz cesaret"tir...

Ankara’daki "Yüksek Kurullar"dan bu yolda kararlar çıktığını düşünüyorum..

DÖRDÜNCÜ YAZI/images/100/0x0/55eb6396f018fbb8f8bdf654

3 sayfa malım, 3 satıra indi


"SİYASETE başladığımda mal beyanımı verirken utanmıştım... Fazla gelmişti. Üç sayfa tutuyordu... Şimdi üç satıra indi... 18 Ekim’de genel kurulda konuşup siyaseti bırakıyorum. Geçinmek için çalışmaya ihtiyacım var."

İşte size üç satırdan oluşan bir "siyasi hayat"... Ben onu ilk kez Başbakan’ın yanında görmüştüm. Başbakan’la röportaj yapacaktık. Odaya girdiğimde bir genç adam yanında oturuyordu... Sohbet başladı. İlk soruyu sorduğumda Başbakan ona döndü ve "Söyle bakalım sen ne cevap verirsin bu soruya" dedi. Biraz kol kanat germe, biraz el verme gibi bir şeydi bu. Şaşırıp içimden sormuştum:

"Allah Allah siyasette böyle şey de mi vardı. Yani bir genel başkan bir gence böylesine el verecek?"

Çok ve heyecanlı konuşuyordu... Doğrusu biraz da bozulmuştum. Gazete Başbakan’dan alacağım haberi bekliyordu. Ben burada kim olduğunu bilmediğim bir kişiyle röportaj yapar hale gelmiştim.. Sonra yıllar geçti... Yükselmeler, milletvekillikleri, bakanlıklar. Büyük umutlar... Büyük iddialar... 35-40 yaşında üç bakanlık... İhanetler, savrulmalar... Ve işte şimdi siyaseti bırakıyor...

Erkan Mumcu. AKP’ye girişi de çıkışı da tepki yaratmıştı... Sonra Mehmet Ağar’la sağı birleştirmeye çalıştı. Olmadı. Ağar’ın bozduğunu biliyordu... Ağar neden bozmuştu? Bilmem... Ama şimdi onun bildiği bir tek şey var. O da şu:

- Siyaseti bırakıyor. Girdiğinde 3 sayfa mal beyanı vardı. Şimdi üç satır... Söz verdi bir daha da girmeyecek...

Kolay gelsin Erkan...

BEŞİNCİ YAZI/images/100/0x0/55eb6396f018fbb8f8bdf656

Kaan’ın tarifi

Hurriyet.com.tr yorumcusu Kaan Mert göndermiş:

"İşte surat bükmeler, el kol hareketleri, hep sahip çıkılması ve tabii bol miktarda para adamı bu hale getirir. Ben bu ülkeyi çözdüm; kavga et, küfür et,ona buna laf at, anında meşhur olursun."

Kaan bunu kimin için mi yazdı? Fatih Terim için. Ama ben buraya bu yorumu yalnızca Fatih Hoca için almıyorum...

Öfkenin teslim aldığı kim varsa onun için. Kimin hırsı mantığının önüne geçtiyse onun için.

Kim övgünün ayaklarını yerden kesmesine izin veriyor, dalkavuklara prim dağıtıyorsa onun için...

Kim en değerli varlığı adına, en köklü inancı uğruna, hatta Allah adına, içinde kin ve öfke biriktiriyorsa onun için...

Yazarın Tüm Yazıları