Paylaş
Yanlarında da genç bir Osmanlı zabiti...
Bir ara Von Kress Paşa elindeki son Alman teknolojisiyle yapılmış dürbünü Mustafa Kemal’e verir ve “Bir de bununla bakar mısınız?” der...
Mustafa Kemal dürbünden bakınca düşman cephelerini bütün detaylarıyla görür.
Sonra dürbünü genç Osmanlı zabitine verir.
Genç zabit cepheleri bu kadar yakından görünce kendini tutamaz:
“Komutanım, komutanım. İnanılmaz bişey bu. Bizim dürbünden göremediğimiz bütün detaylar, düşman tabyaları, mevzileri açıkça ortada... Von Kress Paşa’nın dürbünü müthiş. Her şeyi gösteriyor...”
Mustafa Kemal gülerek genç zabite şu cevabı verir:
“O cepheyi Von Kress Paşa’nın dürbünüyle izle. Olanı biteni gör. Ama sakın ola ki dünyaya Von Kress Paşa’nın dürbünüyle bakma...”
100 YIL SONRAYA MESAJ
100 yıl sonra bugün eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner’in ses bandındaki sözleriyle birleştirince inanılmaz bir mesaj haline geliyor..
Evet; Von Kress Paşa’nın dürbünüdür mesele...
Koşaner’in sözlerine bu dürbünden bakınca, birer itiraf haline gelen o “özeleştirilerin” aslında bugünün meselesi olmadığı anlaşılıyor.
Nasıl mı?
Kurtuluş Savaşı’ndan çıkan kahraman Türk ordusu 1960’tan itibaren başka bir yola girer.
ABD’nin komünizmle mücadele için her türlü “yeraltı, bel altı yöntemi” denediği yıllar.
Türk ordusuna silah yardımları başlamıştır.
“Hibe” diye garip bir yardım ortaya çıkmıştır. İlk Amerikan postalı “Rosvelt” böyle gelmiş, M-48 tank, top, sonra uçak böyle alınmıştır....
O zaman kimse anlayamamıştı. Neydi bu Marshall yardımı?
Ya da okullarda dağıtılan Amerikan süttozu niye bedavaydı?..
Çünkü NATO’ya giren ve yardımlarla güçlenen Türk ordusunun bir görevi vardı.
Ve o görev şuydu:
- Muhtemel bir Sovyet saldırısına ya da komünist kalkışmaya karşı NATO için direnecek kanat ordusu olmak...
Sonra NATO içinde “Gladio” kuruldu.
Komünizmle mücadele için her türlü “yeraltı faaliyeti”ni organize etmek için kurulan bu örgüt elbette kanat ülke silahlı gücü olan Türk ordusuna da ihraç edildi.
Uzatmayalım.
O tarihten sonra TSK her türlü teknik donanımını artık bu yolla alıyor. Teknolojisi böyle gelişiyordu.
Komünizmle mücadele eden ABD bütün ilişkileri devletten devlete, yani ordudan orduya kurduğu için asıl muhatap TSK’ydı. Siviller ikinci plan...
Böyle alıştırıldı TSK... Ayrı yargı, ayrı eğitim oluşturuldu. Okullara askerlik, milli güvenlik dersi konuldu.
Rejime müdahale için bir yasal dayanak bile verildi... Göz yumuldu.
Anayasaların üzerinde olan meşhur 35’inci madde...
Harp Akademileri’nde öğrencilere, “Nasıl lider olunur” gibi dersler verildi.
12 Mart’taki solcu avına, 12 Eylül’e böyle çanak tutuldu ve izin verildi...
Aradan zaman geçti. Sovyetler parçalandı. Berlin duvarı çöktü. Komünizm tehdit olmaktan çıktı.
Ve tabii bu durumda TSK’nın NATO’daki “kanat ülke” görevi de bitti...
Avrupa’daki NATO üyesi bazı ülkelerde “Gladio teşkilatı” açığa çıktı. Mesela İtalya birbirine girdi. Türkiye’de susurlukla, Çatlı’yla başlayan olaylar zinciri, JİTEM’e bağlandı.
Ve geldik bugüne...
Şimdi artık sivil hayatın üzerinde kendisini bir “rejim bekçisi” gibi gören TSK’nın, o görevinin bittiğini anlama ya da anlatılma zamanı.
O ana kadar; “Kuzey Irak’taki hedefleri, ABD ile istihbarat paylaşımı yaparak vuruyoruz” diyen generallere kimse sormamıştı:
- ABD ile hangi istihbaratı paylaşıyorsunuz. Bir paylaşımı mı var, yoksa yalnızca onlar size uydudan görüntü mü veriyor?
Dönemin genelkurmay başkanı ABD’nin verdiği uydu görüntüleri öylesine sevmişti ki; “Kuzey Irak’taki PKK kamplarını BBG evi gibi izliyoruz” bile demişti.
İşte o uydu görüntüleri aslında neydi biliyor musunuz?
- 100 yıl önceki Von Kress Paşa’nın dürbününün gelişmiş hali...
Yani Mustafa Kemal’in genç zabiti “Dünyaya o dürbünden bakma” diye uyardığı dürbün...
Bugünün uydu görüntüsü...
Amerika’yı suçlamıyorum...
Çünkü dünyayı yönetmeye aday her imparatorluk, bu tür geniş ağlar, bağlantılar, ilişkiler kurar...
Ve eline geçirdiği, etkisi altına aldığı o güçleri kendi çıkarı doğrultusunda gaza getirir.. Kullanır...
Burada anlaşılması gereken şudur; yıllarca o gaza gelip, gencecik beyinleri, düşünen insanları, aydınları asıp, öldürüp, işkenceden geçiren o zihniyetin şimdi kendi, “iç tarihi”ne bakıp ne hale geldiğini görebilmesidir... Yapılacak, özeleştiri, sorgulanacak ana mesele budur.
ACI GERÇEK
Ancak böylece o acı gerçeği aynadaki yüzüne haykırıp, demokrasinin gücüne, sivil cesaretin önemine ve halkının sağduyusuna güvenen bir kuruma dönüşme iradesini gösterebilir..
Evet, savaşın en zor günlerinde Türk ordusunun Polatlı yakınlarına kadar neden geri çekildiği konusunda Meclis’e hesap veren bir komutan olarak Mustafa Kemal’den asıl öğrenilecek olan şey şudur:
- Kim olursa olsun seçilmiş vekilleri “tehdit” olarak değil, milletin iradesi olarak görüp o iradeyi taşıyan Meclis’e hesap verebilecek bir zihniyete geçebilmek.
JİTEM soruşturmasının her geçen gün başka bir boyuta ulaştığı dönemde; Jandarma Komutanlığı’ndan ayrılırken, “Hiçbir kanundışı şeye izin vermedim” diyerek önemli bir vurgu yapan yeni Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in bu açıdan tarihi bir misyonla karşı karşıya olduğunu söyleyebilirim.
Çünkü Özel Paşa’nın o dürbünü nasıl kullanacağı bu tarihi bakışa göre şekillenecektir.
İKİNCİ YAZI
Orada mayınlar, içimizde volkanlar patlıyor
YİNE bir kırbaç gibi indi yüzüme o haber...
Üç fidan. Üç genç bakış, üç körpe gelecek yıkıldı.. Düştü toprağa...
Yine mayın. Yine pusu.. Üç vatan evladı daha şehit oldu... Üç evlat da yaralarıyla can çekişerek devrildi. 6 çocuk...
Kim bilir hangi evden akacak o gözyaşları şimdi?
Zehir olup içimize dökülecek.
Bir okurum soruyor:
- Dışarıda dağları bombalayacaklarına neden içeride mayınları temizlemiyorlar?
Orada patlayan mayınlar, içimizde öylesine derin kraterler açıyor ki...
Soracağımız hesaplar karışıyor.
Yapmayalım...
Birbirimize öfkelenmeyelim...
ÜÇÜNCÜ YAZI
İranlılar orada ne yapıyordu?
LÜBNAN ’dan Bağdat’a, Şam’dan Bakü’ye kadar İran’ın bu coğrafyadaki “yeraltı çalışmaları” efsanedir... Ve önceki gün DHA’dan gelen küçük bir haber, bu “şehir efsanesi”ni ayaklandırdı...
Haber şu:
“Iğdır’da, Vilayet, Adliye, MİT gibi kurumları fotoğraflayan 2 İranlı ile onlara rehberlik ettiği ileri sürülen bir Türk gözaltına alındı. 3 şüpheli, ilk sorgularının ardından, ‘devletin güvenliğine ilişkin gizli belgeleri temin etmek’ suçundan tutuklandı.”
Bölgede faili meçhul terör olaylarının hızlandığı, sokakların ısındığı bir dönemde;
O İranlılar MİT, Adliye, Vilayet binalarının fotoğraflarını neden çeker?
Başka hangi şehirlerde çekim yaptılar?
Bir cevabı olan var mı?
Paylaş