Tarihten ders alan ayakta kalır

KÜLTÜR Bakanı Ertuğrul Günay, keskin bir tartışma başlatıyor... Konu Enver Paşa ve Sarıkamış...

Haberin Devamı

Diyor ki:

"Basiretsiz bir komutanın altında, kahraman bir ordu, kışın zor şartları ve donanımsızlık yüzünden yokolup gitmiş ve hem kar altına, hem de bu miletin kalbine gömülmüştür."

Günay’ın "Basiretsiz komutan" dediği Enver Paşa’dır... Nedendir bilmem, 9 Eylül’de İzmir’e gitmeyenler, her yıl Sarıkamış’ta Enver Paşa’yı övmeye giderler...

Oysa Enver Paşa, tanıdığı günden bu yana Mustafa Kemal’le mücadele etmiştir. Arada müthiş bir çekememezlik vardır. İttihat Terakki günlerinde Mustafa Kemal, "Orduyu siyasete karıştırmayın. Ya üniformanızı çıkartın burada kalın ya da kışlada" dediği için Enver deliye dönmüştür...

Enver, Babı-Ali’yi basıp darbe yapmıştır. Cemal Paşa’yla anlaşıp, Mustafa Kemal’i Trablus’a sürdürmüştür... Bununla da bitmez... Öfke ve çekememezlik öyle doruktadır ki...

Mustafa Kemal, Suriye cephesindeyken, Enver, durduk yere saldırı emri vermiştir.

Amaç: Almanlara karşı savaşacak güçleri aşağıda oyalamaktır. Mustafa Kemal istifa eder...

Mustafa Kemal’in Enver yüzünden ilk istifası bu değildir...

Haberin Devamı

Tarihten ders alan ayakta kalır

Çanakkale Savaşı sırasında genelkurmay başkanı olarak Enver tabyaları ziyaret eder. Bütün cepheleri gezer, bir tek Mustafa Kemal’in cephesine gitmez... Bu nedenle istifa gelir. İstifayı Liman Von Sanders önler.. Çanakkale Savaşı Mustafa Kemal destanıyla biter... Ertesi gün "Yeni Sabah" Gazetesi Mustafa Kemal’in fotoğrafını kocaman basıp, şu manşeti atmıştır:

- İstanbul’u kurtaran komutan...

O dakika matbaaya genelkurmaydan bir telefon gelmiş ve fotoğraf kaldırtılmıştır...

Bütün bu olaylar birçok tarih kitabında olduğu gibi Şevket Süreyya Aydemir’de detaylarıyla vardır... Aslında Mustafa Kemal de Enver’i sevmez. Hatta onun yükselişinden rahatsız da olur.

Bu müthiş bir mücadeledir. Enver bir Alman denizaltısıyla kaçar, Mustafa Kemal bir gemiyle Samsun’a, yani Anadolu’ya çekilir. İkisi de maceracıdır. Enver, Resneli Niyazi’yle dağa çıkıp padişaha karşı bayrak açar. Sonra şehre kahraman olarak döner...

Sonradan Enver, Pantürkist hayallerle Asya’da girdiği bir çatışmada ölür...

Bu iki komutan arasındaki "muazzam ilişki"yi bir senaryo haline dönüştürmüştüm...

Şimdi Ertuğrul Günay "basiretsiz komutan" ifadesini kullanınca bütün bunları hatırladım...

Ve Günay’la sohbet ederken "basiretsiz komutan" sözünü sordum. Dedi ki:

"Evet basiretsiz bir komutanın yaptığıdır bu. Sarıkamış 90 bin vatan evladının fedakárlık öyküsüdür..."

Bütün bunları şunun için yazıyorum:

- Tarih, hırsları yüzünden milletleri felakate sürüklemiş lider ve komutanlarla doludur. Ancak bu tarihten ders çıkartabilenler ayakta kalıyor...

Haberin Devamı

İKİNCİ YAZI

Silahlı şehir trafiği

Tarihten ders alan ayakta kalır

Orada işte böyle bir şehir trafiği var.

Orada. Yani Şırnak anacaddesinde. Hakkári’de farklı mı?

Düşünün ki sabah evden çıktınız. İşe ya da okula gideceksiniz... Arabanıza bindiniz. Yola çıktınız. Önünüzde bir tank trafiği... Her gün böyle bir "savaş trafiği"... Her gün silahlar geçiyor. Cemseler, tanklar, toplar, yorgun, kızgın askerler geçiyor anacaddeden... Ne kırmızı ışık var ne de yeşil...

Dikkatle bakın fotoğrafa... Askeri araçların arkasında, arasında sivil otomobiller. Gidiyorlar...

Sivil değil.. Silahlı bir şehir trafiği...

Peki ne diyeceğiz şimdi buna?

30 yıldır bu böyle... Silahlı şehir trafiği akıp gidiyor. Kan akıp gidiyor.

Tabii şimdi şöyle soranlar da olacaktır:

- Ne yani o askerler oraya zevkten mi gidiyorlar kardeşim. Vatan savunması için oradalar...

Tamam... Elbette öyle... Her bir Mehmet’in alnından öpüyorum... O kahramanları kalbimle kucaklıyorum.

Zaten ben bu fotoğraftan bir suçlu çıkartmıyorum. Suçlu varsa zaten ortada. PKK denilen illet...

Ama bu gerçek fotoğrafı silmiyor ki? O şehirde yaşayan bir kardeşim için diyorum ki;

30 yıldır sabah evden işte böyle bir "şehir trafiği"ne çıkıyor... Çocuklar okula böyle bir trafikte gidiyor... Nasıl bir duygudur bu? Hiç düşündünüz mü?

ÜÇÜNCÜ YAZI/images/100/0x0/55ea1ae7f018fbb8f86b8ae8

’Kadın’lar nerede!

ÖNCE fotoğrafa bakalım...

Soru şu:

- Acaba ellerinde tuttukları pankartlarda ne yazdığını okuyabiliyorlar mı?

Bence hayır... Çoğu okuyamıyor... DTP organize etmiş. Kadına karşı şiddeti protesto ediyorlar... Geçen defa yazdım. Bu topraklardaki kan, yalnızca silahla durmaz. Erkeklerin savaşıyla bitmez. Kadınlar, yani analar, sevgililer, berdele kurban gidenler mutlaka ortaya çıkmalı.

Ama hayır. Bir türlü olmuyor. Kadınlar adına yapılan ne varsa çoğu, "örgüt organizasyonu"yla yürüyor.

Bu devlet 100 yıldır oradaki kadını "aşirete", "ağalığa", arkadan gelen ikinci olmaya teslim etmiş. İmam nikahına, kumaya bırakmış...

İşte o yüzden şimdi, üzerinde ne yazdığını okuyamadıkları pankartlarla bu fotoğratfan bize bakıyor kadınlar....

Bakın bugün 81 ilin 80’inde erkek belediye başkanı var...

34 bin 477 belediye meclisi üyeliğinin 799’u kadın...

Daha bitmedi... Şimdi sıkı durun...

3 bin 225 belediye başkanının yalnızca 18’i kadın...

18 kadın başkandan 9’u DTP’den... Bazılarınızın çok kızdığı o DTP’den yani...

5’i CHP’den. 2’si AKP’den... 1’i SHP’den, 1’i de DYP’den...

İşte partilerin kadınlara verdiği rol budur... Ne acı değil mi?

Bu erkek milleti, evlerini, çocuklarını, hayatlarını emanet ettiği kadınlara şehirleri kapatmışlar...

Daha vakit var. "Erkek genel başkanlar" adayları açıklarken bir kez daha düşünsün istedim...

DÖRDÜNCÜ YAZI/images/100/0x0/55ea1ae7f018fbb8f86b8aea

Bir kadeh rakısıyla köşe masada

NİKİ’nin barı Ankara’da yeni buluşma merkezidir. Mehmet’in çok hoş yemekleri gerçek bir lezzet alanı yaratır. Müteahittler Birliği’nin yeni yıl balosundan sonra birkaç eski dost NİKİ’ye gidiyoruz...

Tam oturuyoruz, gözüm köşedeki masaya takılıyor...

Uzak bir köşe... Masada otururanlardan birisini Süleyman Demirel’e benzetiyorum...

Bir daha bakıyorum. Dikkatle bakmış olmalıyım ki; Mehmet kulağıma eğilip, "Evet o" diyor...

Cumhurbaşkanı, doktoru Aylin Hanım’ın doğum gününü kutluyor.

Yanına gidiyorum. Elimi tutup şöyle diyor:

- Biz nereye geldiysek halkla geldik. Bak şimdi yine oradayız...

Bu söz yetiyor... İşte Demirel diyorum... Önünde bir kadeh rakısı... Arkasında koskoca bir Türkiye ve demokrasi tarihi...

O zaman içimden sorduğum soruyu şimdi yüksek sesle size soruyorum:

- Gelişmiş ülkelerin başkentlerinde, böyle sessizce bir köşede yemek yiyen cumhurbaşkanlarıyla, başbakanlarla karşılaşırsınız. Bazen bir sinemada yanınıza otururlar. Ya da bir konserde... Peki neden Ankara’da bunu göremeyiz?...

Neden kırmızı plakalı ışıldaklı arabalarla yoldaki araçlara megafonla, "Sağa çek" diye bağırırlar... Neden bir yere gitseler koruma ordusuyla orada huzur bırakmazlar...

BEŞİNCİ YAZI

Almanya’da sünnet tartışması


ALMANYA ’da yeraltından ciddi bir tartışmanın sarsıntıları duyuluyor...Henüz patlamadı. Aşağıda fay kırılıyor, yukarıda fırtına bulutları toplanıyor...

Alman Tabipler Odası’nın resmi yayın organı Aerzteblatt’da bir yazı çıktı. Bir grup doktor özetle şunu iddia ediyor:

- İstekleri dışında sünnet edilen çocuklar için, sonradan dava açıldığında sünneti yapan doktor suçlu bulunur. Tazminat öder. Çünkü Alman ceza yasasının 223’üncü maddesine göre bir doktor bir insanın bedenine rızası alınmadan zarar verirse suçludur. (Doktorlara göre sünnet deriye zarar vermektir.)

İşte bu yazı Tabipler Odası’nın resmi yayın organında yayınlanınca Almanya’da doktorlar sünnet yapmaktan çekinmeye başladılar. Hatta artık bir çoğu yapmıyor...

Bir Türk doktor arkadaşım tartışmayı şöyle tanımlıyor:

"Ben de bu korkuyla artık sünnet yapamıyorum. Giderek yayılıyor... Bu durumda yasadışı sünnet olayları ve kötü vakalar duyabiliriz..."

Evet durum bu...Yakında çok ciddi bir tartışmanın ortasına düşeceğiz gibi gözüküyor...

ALTINCI YAZI

Bebeler adına bıktım sizden


Kardeşim biliyorsun ki, karşında bir "gaddar" var... Bir "zalim" duruyor orada... Çoluk çocuk dinlemiyor. Bir yapıyorsun 100 yiyorsun...

Peki ne diye atarsın o füzeleri İsrail’e... Çıplak ayaklı Filistin bebeleri İsrail bombaları altında paramparça olsun diye mi?

Ey Hamas, ben sizin neyinizden bıktım biliyor musunuz?

-Her savaştan sonra ellerinize bebek cesetlerini alıp kameraların karşısına geçmenizden... Ağlamanızdan sıkıldım..Ölmeyi bile bilmiyorsunuz. Ölmeyi bilmeyen nasıl savaş kazanır...

Ey İsrail ben sizin neyinizden bıktım biliyor musunuz?

-Savaş değil, katliam yapmanızdan.... Yüksek teknolojili zulmünüzden..

Ve BM senden de niye bıktım biliyor musun:

- Mazlumlara karşı zalimlerin zulmünü seyretmenden bıktım... Irak’ta 1 milyon insan öldü. Filistin’de yıllardır ölüyor. Sizden ses çıkmıyor...

Ermenistan Azerbaycan’ı işgal ediyor ses yok.. Ama Türkiye Kıbrıs Türk’nü savunmak istedi diye yıllardır bağırıyorsunuz...

YEDİNCİ YAZI/images/100/0x0/55ea1ae7f018fbb8f86b8aec

Üstada kutlama


EVİNDEKİ sohbetleri özlemiştim... O zaman Sabah’ta yazıyordu. Ben Star Gazetesi’ni kuruyordum. Gidip demiştim ki:

- Çetin Abi, ben sana Sabah’tan Star’a gel demiyorum. Öyle bir üstatsın ki, gel iki gazetede birden yaz...

Çetin Altan gerçekten de böyle bir kalemdir. Bir maceradır. Bir serüvencidir. TİP milletvekili olarak Meclis’e giren de odur. Sokağa çıkan da... Tam bir kalem ve kelam avcısıdır.

Şimdi Kültür Bakanlığı bu yılın büyük ödülünü ona verdi.

Bakanlığı da, üstadı da kutluyorum...

Yazarın Tüm Yazıları