Ve işte tam 20 yıl önce, sanırım o makam arabasının içinde kaybettik onu...
5 Şubat günü Bolu yolunda, nasıl olduysa ters yöne girmişti.
Ve işte bu 5 Şubat günü onun ölümü, içime hazin bir ses gibi düştü.
Dürüst ve en sahici haliyle Adnan Kahveci.
20 yıl önce yarın kaybettik.
Ama ben onu takvim hafızasıyla değil, kalp hafızasıyla hatırladığım için başka bir şeyi sorguluyorum şimdi.
Yani onu kaybetmenin acısıyla değil, 20 yıl önce bugün yazdığı Kürt raporuyla anmak istiyorum.
Gençler de bilsin.
Rahmetli Özal, iki isimden Kürt meselesine çözüm raporu istemişti.
Jandarma Komutanı Eşref Bitlis. (Ki o iyi insanı da tanımak nasip oldu bana.)
Diğeri de Adnan Kahveci...
Ölümleri üzerine yüzlerce komplo senaryosu yazıldı. Ben o polisiye şeylere girmiyorum. Ben Sevgili Adnan’ın Özal’a sunduğu raporundan yalnızca bir bölüm aktarmak istiyorum.
Diyor ki:
“Bu nedenle Kürt kimliği ve dili hızla kabul edilerek siyasal alanda temsil olanağı sağlanmalıdır.
Lozan Anlaşması’nda Ermeni, Rum ve Yahudilerden başka azınlık tanımadığımızın ifade edilmiş olmasından söz edilmesi kanımca yersizdir. Zira Lozan’ın imzalandığı yıllarda azınlık kavramının ifade ettiği manayla bugün azınlık kelimesinin ifade ettiği mana farklıdır. O yıllarda Fransa Breton, İspanya da Bask diye bir azınlık tanımıyordu. Türkiye bu fikir evrimini geçirmek zorunda kalacaktır.”
İşte tam 20 yıl öncesinden gelen o sihirli kavram.
Hâlâ içimize sindiremediğimiz o “şah söz”...
“FİKİR EVRİMİ...”
Özal işte bu düşünceleri yürürlüğe koymak istemişti.
Ama ne yazık ki karşılarında, onlara siyaseten gelecekten gelmiş birer yaratık muamelesi yapan, ilkel siyaset kavmi vardı...
Tutucu, gelenekçi, ırkçı...
Sonuçta onlar öldü, statüko yaşadı.
Hiçbir şey değişmedi.
20 yıl boyunca gencecik çocuklar öldü, sakat kaldı. Annelerin gözyaşı birer asit damlası gibi babaların yüreğine aktı.
Kahveci’yi 20 yıl önce bir trafik kazasında kaybettik.
Hemen arkasından Bitlis Paşa’yı bir uçak kazasında yitirdik.
Özal da gidince, çözümün cesur aktörleri yok oldu.
Ve ben şimdi Kahveci’yi kaybettiğimiz yarın, 20 yıllık bir zaman tünelinden çıkarak soruyorum:
“Acaba Adnan Kahveci’nin bu çözüm önerileri dikkate alınıp Türkiye bir demokratik atılım yapabilseydi ne olurdu?”
-Şimdi bu acıları konuşur muyduk?
-Siyaset hâlâ bu acılar üzerinde mi yürürdü?
-Terörü bitirmek mi yoksa dünyaya yeni bir Türkiye markası yaratmak mı daha heyecan verici olurdu?
-Belki de birkaç dalda olimpiyat şampiyonu...
-Ya da artistik buz pateninde 23’üncü olan Aslı ve Alper çifti belki de bugün birinci olurdu.
Ya da Filistin meselesinin çözümü için İsrail, Türkiye’nin açtığı demokrasi kapısından geçen yeni Suriye yönetimi için İstanbul’da masaya otururdu.
Gelin bir simülasyon yapın...
Türkiye nerelerdeydi acaba şimdi?
Hâlâ AB kapısında mı bekliyordu?
Yani diyorum ki...
Gözyaşı dinmiş bir ülke düşünün...
Gençlerini bilime, sanata, spora ve üretime hazırlamak yerine, milyarlarca dolarlık savunma bütçeleriyle, o gençlerin enerjilerini cepheye hazırlayan bir ülke düşünün...
İşte böyle bir ülke olarak Türkiye, acaba 20 yıl önce bu “kanlı israftan” kurtulsaydı ne olurdu? İsraftan nefret ederdi Sevgili Adnan.
O yüzden içime düşen hazin bir ses olarak yarın, 5 Şubat günü diyeceğim ki...
“İyi ki tanıdım seni Adnan. Ve çok özlüyorum... Nur içinde yat.”