Nerede hata yaptı

GÖSTERMELİK OLAN: Anayasa’ya göre TSK’nın komuta kademesini yürütme onaylar. Yani belirler...

Nerede hata yaptı
GERÇEK: Son 30 yıl içinde TSK içindeki tüm tayin ve terfiler yürütmenin yani hükümetlerin inisiyatifi dışında gerçekleşmiştir. Özal’ın iki önemli operasyonu dışında bu böyle olmuştur. (Org. Necdet Üruğ ve Org. Necip Torumtay olayları...)
GÖSTERMELİK OLAN: Milli Savunma Bakanı terfileri Başbakan’a sunar. Başbakan inceler-imzalar ya da imzalamaz. Ve Cumhurbaşkanına onay için götürülür... Cumhurbaşkanı da inceler onaylar ya da geri çevirir.
GERÇEK: Genelkurmay Başkanı kuvvet komutanlarını belirler. Başbakan ve Cumhurbaşkanı da altına imzaları atar... YAŞ toplantıları daha çok bir tören şeklindedir. Toplantı başlamadan üst kademe için zaten imzalar atılmış, onaylar verilmiştir. Anıtkabir’e gidilir. Köşk’te akşam yemeği verilir.
GÖSTERMELİK OLAN: Org. Başbuğ her defasında “Ordu demokrasiye, seçilmiş Hükümet’e bağlıdır” demiştir...
GERÇEK: Org. Başbuğ, son krizde, seçilmiş sivil iradenin, yani yürütmenin genelkurmay başkanı gibi değil, sanki millet iradesinden bağımsız başka bir gücün temsilcisi gibi davranmıştır.
Hata buradadır.
Teamül diye meşrulaştırılmaya çalışılan “kör alışkanlık” işte budur...
Çünkü “TSK Hükümet’in emrindedir” sözü bugüne kadarki terfilerde işlememiştir...
Böylece komutanlar kendi aralarında bir hiyerarşik denge kurmuşlardır...
Bu denge, “Siyaseti askere bulaştırmayın. Onların kendi iç düzeni var” sözüyle karşılanmıştır...
Ama bu durum zamanla ordunun kendisini yürütmenin üzerinde, dışında ya da denetiminin ötesinde görmesini sağlayan bir psikolojiye neden olmuştur...
Bu kısa özetten sonra bugüne bakabiliriz...
Hükümet açıkça şunu söylemiştir:
“Ortada iddialar var... AK Parti’nin kapatılması için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın hazırladığı dosyada bazı haberler yer almıştır. Bu haberlerin bir bölümü Org. Hasan Iğsız’ın Genelkurmay ikinci başkanlığı sırasında kurdurttuğu bazı internet sitelerinden alınmıştır... Bu kişi Kara Kuvvetleri Komutanı olamaz...”
Aslına bakarsanız, Anayasa’ya göre hükümetlerin böyle bir gerekçe sunmasına bile gerek yoktur...
Bu nedenle iddiaları bir kenara bile bıraksak, hükümet bu inisiyatifi gerekçesiz de kullanabilir...
Ama anlaşılan o ki; hükümet durumu Org. Başbuğ’a önceden iletmiş... Ve bu çekince Org. Başbuğ tarafından uzun süre askıda bırakılmıştır...
Şimdi asıl meseleye gelelim...
Org. Başbuğ, hükümetten gelen bu talebi son dakikaya kadar elinde tuttuğu için olay YAŞ toplantısı sırasında krize dönüşmüştür.
Bu bir hatadır...
Peki Org. Başbuğ ne yapmalıydı?
1) Ya komutanlarına dönüp, “Hükümet Iğsız Paşa’yı istemiyor. Anayasal hakkıdır” diyecekti...
Ya da:
2) Eğer ikna edici bir formül bulamadıysa istifa edecekti...
İkisini de yapmadı. Sorunu ortaya bıraktı. Bu nedenle KKK olması gereken Org. Atila Işık istifa etmek zorunda kaldı...
İşte hata buradadır.
Her basın toplantısında, “TSK demokrasiye ve parlamenter rejime bağlıdır” dedikten sonra bu direncin gösterilmesi inandırıcılıktan uzaktır...
3) Ayrıca ister CHP olsun ister Türkiye Komünist Partisi ya da BDP. Kim olursa olsun, eğer seçilmiş bir hükümetse, TSK Anayasal yapıya uymak zorundadır...
Öğrenilmesi gereken ise şudur:
Asıl komutanlık “Silah arkadaşlarına olan duygusal bağlılıktan” değil, parlamentoya ve demokrasiye olan bağlılıktan geçmelidir...
Şimdi “Kardeşim sen hangi ülkede yaşıyorsun. Askeri de kuşatıyorlar” diye başlayan ağır eleştirileri duyar gibi oluyorum...
Aynı eleştirileri, “BDP bu Meclis’in Anayasal partisidir. Açılım ya da Kürt meselesi onlarla da konuşulmalı” diye yazdığımda da duymuştum...
(Ayrıca hükümet açılım konusunda BDP’yi dışlayarak hata yapmıştır.)
Evet; artık şu gerçeği görmeliyiz:
Eğer demokrasiye inanacaksak;
Artık, “O partiye ya da şu partiye göre demokrasi olmaz” diyeceğiz.
Millet iradesine saygı duyacağız. Halka güveneceğiz...
İster kızın, ister bağırın demokrasinin başka yolu yok..
Çünkü demokrasi kalıcı, siyasi iktidarlar geçicidir...

Bir ordu nasıl politize olur?

1) EĞER siyasiler ordu üzerinden politika yaparlarsa...
2) Demokrat olmanın ölçüsü askere vurmak olarak algılanırsa...
3) Bir toplum sosyal varlığını, ideolojisini ve geleceğini, bağımsız sivil ve entelektüel alanlarda sorgulayıp yenilemeyi başaramazsa...
4) Hükümetler terörle mücadeleyi her yönüyle askerin sırtına yüklerse...
O ordu mutlaka siyasallaşır. Politize olur...
Mustafa Kemal işte bu yüzden Selanik’teki İttihat Terakki toplantısında, Enver ve Talat Paşa’ya karşı şunu söylemiştir:
“Bu böyle olmaz. Birine karar verin. Ya üniformayı çıkartıp siyaset yapalım. Ya da üniformalı kalıp siyaseti bırakalım...”

Orda mısınız hocam?

TÜRKİYE böylesine derin ve tarihi bir tartışmanın içindeyken sessiz kalan üniversitelerimize sormuştum: “Nerdesiniz hocam?”
Çok sayıda mesaj aldım... Yorumlar, eleştiriler, sıkıntılar...
Bir üniversite görevlisinin cevabını özetliyorum:
“Sayın Çekirge,
Akademisyenler sürekli ağırlaşan atama kriterleri altında ezilmiş durumda puan toplama telaşına düşmüşlerdir.
Yrd. Doçentliğe atanmak için kadro bulan şanslı hocalar daha buna sevinmeye fırsat bulamadan 3 yılda belirli bir puan toplama telaşına düşmektedirler. Çünkü bilirler ki, belirli bir puanı toplayamadıkları takdirde öğretim görevliliğine düşürülürler. Bu arada dersleri ikinci plana atmaktadırlar.
Doçentler ise daimi kadroya geçmenin rahatlığı içerisinde profesörlük dosyası için gerekli eksikleri toplamaya çalışır.
Profesörler ise ununu eleyip eleğini asmıştır. TÜBA’nın hazırladığı 2009 Bilim Raporu’nda belirttiği gibi ‘profesörlüğü hak edenlerin bir daha bilimsel çalışma ile ilgilenmediği’ açıktır.
Ayrıca Doçentlikten profesörlüğe geçen bazı öğretim üyelerimiz, emekliliği garanti altına almış olarak; bilimsel etkinliklerde bulunmayı, kitap yazmayı gerekli görmemektedir.
Yazınızda belirttiğiniz gibi ‘1980’den sonra bu ülkede özgür üniversite bırakmadılar’... Peki anayasa değişikliğinde bununla ilgili bir iyileştirme var mı? Yok...
Kimliğimi yazamıyorum çünkü malum cevap yazınızda gizli: ‘Özgür bilim adamları’nın yerini, YÖK’e bağlı ‘devlet adamları’ aldı...”

ÜNİVERSİTEYE AÇILMAK

Merak ediyorum... Rektör atamalarının cumhurbaşkanı tarafından yapılmasına karşı olan Abdullah Gül acaba bu konuda ne yapabilir? Mesela rektörleri değil doçentleri dinlemek gibi...
Son olarak Noam Chomsky’nin şu sözünü hatırlatıyorum:
“Bir üniversitenin özgür bir topluma yapabileceği en temel katkı, serbest fikir alışverişine, eleştirel analize, deneyciliğe, yeni fikirlerin keşfine, toplumsal sorunların araştırılmasına ve değerlendirilmesine adanmış bir kurum olarak bağımsızlığını korumasıdır. Bunun dışında üniversite özgür değil ve kendisini başka güçlerin etkisiyle sınırlarsa kamunun güvenine ihanet etmiş olur...”
Sormakta haklı mıyız?
Neredesiniz ey mütevelli heyetleri?
Yazarın Tüm Yazıları