Paylaş
O vahşi coğrafyada şehrin üzerine doğru bir kartal kanadı gibi kapanan dağın yamacında şöyle yazıyor:
“ÖNCE VATAN!”
Hemen yanımda Devlet Bakanı Egemen Bağış, onun yanında milletvekili Gülşen Orhan...
Bahçesaray festivaline gidiyoruz...
Bahçesaray... Kanlı terörün acılı beldesi...
Bebek katillerinin dehşet dekoru... Bugün Müküs çayının kenarında sakin bir masal kenti gibi, usul usul yaşıyor...
Şimdi aktaracağım değişikliği işte ben o dağlarda gördüm.
Nasıl mı?
MAKUL DEVLET
Festival yemeğinde yanımda oturan bir yaşlı kulağıma eğilip şöyle diyor:
“Biliyor musun devlet artık makul... Devlet şefkati geliyor...”
- Nasıl?
Eliyle dağdaki ÖNCE VATAN yazısını gösterirken yine fısıldıyor:
“Bak şu dağdaki yazının yerinde daha önce “Ne Mutlu Türk’üm diyene” yazıyordu...”
Sonradan değiştirmişler sloganı...
ÖNCE VATAN yapmışlar...
Peki neden değiştirmişler o sloganı...
Bölgenin milletvekilleri, ileri gelenleri devlete demişler ki;
“Kimsenin bu sözle bir sorunu yok. Ama hassasiyetleri biliyorsunuz. Bu hassasiyetler üzerinden yapılan propagandayı biliyorsunuz. Şimdi ben Kürdüm diyen
insanların önüne Ne Mutlu Türk’üm diye yazarsanız bu yanlış anlaşılır... Bunu kullananlar çıkar.”
Bu uyarılar makul gelmiş. Ve o dağa “önce vatan” diye yazılmış...
İşte ben bu gelişmeyi önemsiyorum...
Elbette “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazısı beni rahatsız etmez...
Çünkü ben bu sözü, bir Irk’ın böbürlenmesi ya da kendisini diğerlerine üstün görmesi olarak algılamıyorum. Ben bu sözü, bu topraklarda yaşayan insanların kendisini bir millet olarak bu isimle tanımlaması olarak düşünüyorum...
HÜKÜMET KONAĞI
Ama hassasiyetler var.
İşte geçenlerde Şırnak’tayım... Şırnak küçücük bir kasaba ayarında...
Ama öylesine devasa bir “Hükümet Konağı” yapılmış ki;
Şırnak’taki Hükümet binası neredeyse Şırnak kadar...
Ana caddenin girişinde ise kocaman “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazıyor...
Oysa şehirde kimse mutlu değil... Sefalet var. Peki işsiz gençler Atatürk parkında neyi bekliyor...
Polis tayinleri olursa onların eşyalarını taşımak için bekliyor...
Şu paradoksa bakın. İşsizlik dağa çıkartıyor diyorlar. Bu yüzden yıllarca dağa çıkanlarla savaşmak için oraya polis göndermişsiniz. Ama o polisler o işsiz gençler için ekmek kapısı olmuş. Çünkü tayin olan polislerin eşyalarını taşıyorlar...
PARADOKS BUDUR
Düşün ki; terörle mücadele için gönderdiğin polisler terörist olmasından korkulan gençlerin geçim kaynağı olmuş. Acı olan budur işte. Paradoks budur.
Bu yüzden diyorum ki;
Bahçesaray’daki bu değişiklik önemlidir.
Ve belki de yeni bir sloganı büyütmektedir:
“Ne Mutlu Önce Vatanım Diyene!”
İKİNCİ YAZI
PKK’nın ‘dikiz aynası’
ORTADA bir Emine Ayna sorunu var. Sürekli tahrik ediyor. Son sözü şu;
“Yalnız DTP’yle görüşüp Öcalan’ı devre dışı bırakırsanız bu oyuna gelmeyiz.”
Ben Ahmet Türk’ün ve birçok DTP’linin bu üsluptan rahatsız olduğunu biliyorum.. Bu açıdan DTP içinde de iki farklı tavır oluştuğu ortada. Parlamento grubu ile parti yönetimi..
DTP içinden birileri, “Öcalan’ı öne çıkartarak” demokratikleşme çabalarını bir “Öcalan pazarlığı”na dönüştürmek istiyor.
Emine Ayna bu yolda ön safta...
Tabii bir başka görevi daha var...
Belli ki PKK arka tarafı Emine Ayna’yla gözlüyor, kolluyor;
Bu açıdan bakınca Emine Hanım;
PKK için bir “dikiz aynası” görevini yapıyor...
Elbette yalnızca “dikiz aynası”na bakarak araba kullanamazsınız.
Toslarsınız...
ÜÇÜNCÜ YAZI
CHP’li arkadaşlar Baykal için şaşkın
DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’le bir öğleden sonra sohbeti yapıyoruz...
Önce sorular ve cevaplar... Sonra birlikte yorumlayalım...
- Deniz Bey’in kapıları kapatmasına ne diyorsunuz?
İnanın çok şaşkınım. Biz birlikte dolaştık. Meclis’e birlikte girdik. Ama şimdi şaşkınım. Bakın şimdi Çeşme’deyim, burada CHP’li arkadaşlarla konuşuyoruz.
Örgüt içinden de arıyorlar. Gerçekten onlar da şaşkın. Bir sosyal demokrat partinin böyle bir sürecin dışında kalıyor olması inanılacak gibi değil... Onlar da inanamıyorlar. Bu nasıl solculuktur?
- Ama DTP içinden de çok tahrik edici konuşanlar var. Örneğin Emine Ayna. “Öcalansız çözüm olmaz” diyor...
Tabii basın önünde bunu tartışmak istemem. Ama artık herkes konuşmasına dikkat etmeli... Bundan sonra da arkadaşlarımız edeceklerdir. Bu tür beyanlara dikkat etmek gerekiyor. Vallahi korkuyorum. Bu umuda yolculuk bir hayal kırıklığı ile bitmesin...
- Peki bu süreçte sizin istediğiniz demokratikleşme başlıkları nedir?
Çok açık. Biz Anayasa’da Kürtler de vardır gibi bir ibare istemiyoruz. Yalnızca farklılıkların bu ülkenin zenginliği olduğu vurgulansın. Yani herkes Türk müdür, yoksa herkes Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı mıdır? Bir de dil konusu var. Bütün demokratik ülkelerde nasılsa öyle olsun...
AYNI SÖZLER
Evet, uzun bir sohbeti bu üç soru, üç cevapla özetliyorum.
Yoruma gelince, dikkat edin Ahmet Türk beklentilerini çok açık bir şekilde ortaya koyuyor. Ahmet Türk’ün sözünü ettiği başlıkların benzerlerini, Mir Dengir
Fırat’la konuşuyorum... Hiçbir sorun yok. Fırat da neredeyse aynı şeyleri söylüyor...
Öyleyse bir ortak noktaya geliniyor...
Umarım kopmaz...
DÖRDÜNCÜ YAZI
Amacımız silahlara veda
KÜRT açılımıyla ilgili süreç devam ederken zihnimi bir soru zorluyor:
- Bu süreç acaba silahlara veda noktasına gelir mi?
Kilit isimlerden birisi kuşkusuz DTP genel başkanı Ahmet Türk’tür.
Açıkça sordum:
- Bu gelişmeler PKK’nın silahlara veda etmesi sonucuna gider mi?
Türk, biraz durdu. Derin bir nefes aldıktan sonra şu cevabı verdi:
- Amacımız budur. Hatta bu konuda bizim üzerimize bir şey düşüyorsa yaparız. Ama inanın ben konuşmaktan korkuyorum. Bu umuda yolculuk hayal kırıklığına dönüşmesin diye konuşmak istemiyorum.
- Yani bir sonuç bekleyelim mi?
“Tabii gelişmeye bağlı. Eğer bir ciddiyet iyi niyet görülürse ben üzerime düşeni yapmaya hazırım. Ki şu anda o iyi niyet görülüyor. Yani araya girilir ve dağlarda silahın bırakılması için gereken yapılır... Ama bunlar konuşarak, kamu önünde tartışarak olmaz. Mutfaktaki işlerdir...”
Ne dersiniz silahlara veda olabilir mi? Biliyorum çok zor. Ama çok zor da olsa denemeli. Hatta mutlaka başarmalı...
BEŞİNCİ YAZI
İlk kez farklı bir MGK
BU hafta çok kritik bir MGK toplantısı var...
30 yıldır ilk kez bu MGK’da araç gereç ve silahtan daha önemli bir şey konuşulacak..
SİVİL CESARET!
Yani teröristle değil, terörizmle mücadele için demokratikleşme yöntemi...
Bugüne kadar insansız uçaklar, helikopterler, gece görüş dürbünleri, termal kameralar konuşuluyordu...
Evet asker 30 yıldır kahramanlığını, cesaretini göstermiştir...
Ama artık sıra “Sivil Cesaret”e gelmiştir...
Doğrusu da budur.
Öyleyse şimdi artık bize yeni araçlar gerekiyor...
Örnek mi?
Gece görüş dürbünü yerine; Gündüz görüş vizyonu...
Termal kamera yerine; Kalbimizdeki sıcaklığı gösteren saygı..
İnsansız uçak yerine; insanca muamele...
Evet teröristle mücadele tamam. Ama terörle mücadele için bunlara ihtiyaç var...
Çünkü terörü bir tek şey besler.
O da yasaklar ve ilgisizliktir...
Bu yüzden bu MGK önemlidir.
Paylaş