-Nasıl oluyordu da o ana kadar harekete geçmeyen binlerce Mübarek yanlısı birdenbire karar verip aynı anda Tahrir Meydanı’na doluvermişti? -Nasıl bir işaret zinciriydi bu? -Nasıl bir haberleşme gücü? Sanki görünmez bir el “Hadi!” demişti Mübarek yanlılarına... “Hadi. Gevşedi ortalık, zamanı geldi çıkın meydana.” Bir anda develerle, atlarla Tahrir Meydanı’na yüklenmişlerdi. Nasıl olmuştu bu? Cevabı Anadolu Ajansı’nın Londra bürosu binlerce haber arasından sessizce geçti: “İngiliz telefon operatörü şirketi Vodafone’dan yapılan açıklamaya göre Mısırlı yetkililer, Mobinil, Etisalat ve Vodafone telefon operatörlerini Mısır halkına mesaj göndermek için kullanıyor.” Ve geçilen SMS’lerin içeriğini de açıkladı Vodafone: “-Saat ...’te Tahrir Meydanı’nda Mübarek için miting var.” Böylece Vodafone, belki de dünyada ilk kez bir ülkenin “dijital iç savaşı”nı deşifre etmiş oldu. Meydandaki, “mobil savaşı”! Sonra da açıklamasına şu cümleyi ekledi: “Bu durum kabul edilemez!” İşte bir dünya markasının karşı karşıya kaldığı vahim durum. Mobil operatörü bir merkezden kendi inisiyatifi dışında mesajlar geçildiğini ve içeriğini kontrol edemediğini söylüyor. Bu açıklamanın iki önemli sonucu var. Birinci sonuç: Vodafone açısından: Vodafone’un bu tavrını kutluyorum. Şirket çıkarlarına bakıp, Mısır’ın şimdiki yönetiminin bu “Mobil ahlaksızlığı”na karşı, sessiz kalabilirdi. Susabilirdi. Görmezden gelebilirdi. Kimse de suçlamazdı. Ama öyle yapmadı. Bu dijital bel-altı vuruşu deşifre etti. Haberleşme özgürlüğünün delik deşik edildiği, özel hayatların global bir video haline dönüştürüldüğü bu çağda, Vodafone bir cesaret ve ahlak sınavı vermiş ve Mısır’da geçmiştir. İkinci sonuç, Mübarek açısından: Diktatör Mübarek, biraz vakit kazanınca demek ki her türlü yöntemi deneyecek. Direnişin ilk günlerinde, sokaklar göstericilerle dolunca geri adım atmıştı. Önce bir daha seçime girmeyeceğini açıklayarak sokakları sakinleştirmek istedi. Sokaklar gevşeyince kendisinin yerine oğlu aday yapılacaktı. Bu plan tutmadı. Ne yapsa olmadı. Biraz bekledi. Ve zamanı kolladı. Ardından yalnız olmadığını dünyaya göstermek için o da düğmeye bastı. Ama bastığı düğme Vodafone’un SMS düğmesiydi. Eldeki isim listelerine anında SMS’ler gitti: -Saat ...’te Tahrir Meydanı’nda Mübarek için miting var. Böyle başladı işte meydandaki çatışma. Ve belli ki; göstericiler Tahrir Meydanı’nı boşaltıp evlerine gitseler, sonra teker teker evlerinden toplanacaklar... Sonra işkenceler. Sonra gözaltılar. Diktatörlük böyle bir şey işte. İktidarı için her türlü ahlaksızlığı dener. Ne özel hayat tanır, ne de vicdan... Herkesin dijital kaydını, mobil numarasını elinde bir “sabıka kaydı” bir “sicil numarası” gibi tutar. Ve zamanı geldiğinde düğmeye basar.
İKİNCİ YAZI
Mısır’a demokrasi değil askeri dönem geliyor
MISIR ’da herkes özgürlük beklerken, bana göre tersi oluyor. Mübarek’le yakın olan asker, uzun bir yönetim dönemine hazırlanıyor. Görevden alınan bakanların yerlerine asker geliyor. Ve en önemlisi... Mısır Başsavcısı, bazı eski bakanlara seyahat yasağı koydu. İçişleri, İskan ve Turizm bakanlarının hesaplarına el kondu. Mısır yönetimindeki siviller ayıklanıyor. Yerlerine askerler atanıyor... Bunun anlamı açıktır. Tahrir Meydanı boşaltıldığı an, sessiz gözaltılar gelir. Demokrasiye geçiş adı altında bir “askeri dönem” başlayabilir...
ÜÇÜNCÜ YAZI
Başbakan’ın ‘Cumartesi Anneleri’yle görüşmesinden ne anlayacağız?
BAŞBAKAN ’ın 2 saat dinlediği “Cumartesi Anneleri”yle ilgili mutlaka bir polis raporu vardır. Bir “istihbarat kaydı” ya da bir “bilgi notu”. Ve muhtemel rapor şöyledir: “Terör örgütü, propaganda amacıyla cumartesi annelerinin duygusallıklarını kullanmaktadır... Finans kaynakları falanca örgüttür. Yataklığı ve lojistiği, (otobüsle gelme ve ucuz yatak bulma) falanca örgüt mensubu sağlamaktadır. Hatta BDP’li falanca belediye de desteklemektedir.” Bu tespiti yapmak için ne bir rapor okudum. Ne de bir polisle konuştum. Ama çok biliyorum ki, benzeri bir rapor geçmişte mutlaka yazılmıştır. Peki bir Başbakan’ın, polisin “örgüt tarafından kullanıyor” diye yorumladığı kişilerle görüşmesi ne anlama gelebilir? Cevap için biraz sözü uzatacağım. Siyasetçi, devletin ceberut uygulamalarını eleştirerek gelir. Polisin ölçüsüz güç kullanımlarını, devletin baskısını, küflenmiş kanunlarını, paslanmış tüzüklerini, üniversitede kuşatılmış öğrenci özgürlüğünü, işsizliği, haksızlığı, yolsuzluğu. Bütün bunları bitirme sözü vererek gelir. O ana kadar siyasetçidir. Ama siyasetçinin için asıl sınav devletin başına geçtiğinde başlar. Ya siyasetçi olarak kalıp devleti dönüştürecektir. Ya da devlet raporlarına ve kanunlarına ayarlı yeni bir “iktidar korkuluğu” olacaktır. Devletin raporlarını okuyacaktır. O istihbarat raporlarına göre konuşacaktır. Devletin sevmediği kişileri polisin “örgüt” damgasıyla dağlayacaktır. Mesela MİT? Dış tehdit istihbaratı yapacağına, yıllarca üniversitelerde öğrenci avlaması bu yüzdendir. Polisin, yıllarca Kürtçe konuşan herkesi, “örgüt!” diye fişlemesi bu yüzdendir. Yakın devlet tarihimiz bu tür “ucube raporlar”la doludur. Ve siyasetçiler, yıllarca devletten gelen bu “ucube raporlara”, yorumlara karşı, sessiz kaldıkları, boyun eğdikleri için Türkiye’de özgürlükler gelişememiştir. Herkes potansiyel örgüt mensubu, öğrenciler potansiyel terörist, işçiler potansiyel bozguncu ve devlet düşmanı olmuştur. Evet; Başbakan’ın “cumartesi anneleri”yle görüşmesi bu yüzden anlamlıdır. Çünkü siyaset polis raporlarını aşmıştır. Ve yıllarca mahalle karakollarında “örgüt” diye fişlenen, dövülüp aşağılanan kadınların, aslında evlatlarını arayan birer “anne” olduğu anlaşılmıştır...