Kalbi olanlar için bir ibret öyküsü

Önce haberi vereyim:

Haberin Devamı

“Antalya’nın Döşemealtı ilçesindeki atıksu terfi istasyonuna inen 2’si işçi, 3 kişi yaşamını yitirdi. Ölüm nedenleri belirlenemedi. Olayla ilgili soruşturma başlatıldı.”

Hikâyemizin son cümlesi bu...

Ama başa sarınca bambaşka bir hikâye çıkıyor ortaya...

Bu olayı bana Ankara’dan bir bürokrat kardeşim anlattı.

Ben çok etkilendim.

Hikâyenin sonuna kadar bekleyin ve karar da yine sizin olsun.

Benden aktarması...

Antalya’nın uzak mahallelerinden birisinde...

Kirada yaşayan yalnız bir öğretmen kadın.

Ev sahibi öfkeli.

Zam diye kapıya dayanıyor.

- Hanımefendi olayları görüyorsunuz. Sizin verdiğiniz kira yetmiyor. 1000 lira olacak...

Yalnız yaşayan kadın öğretmen korkuyor:

- Tamam ama zor geçiniyorum...

Aradan 1 ay geçiyor. Ev sahibi yine kapıda:

- Bu da yetmiyor. 1250 yapacağız...

Haberin Devamı

- Ama böyle olmaz ki...

Öğretmen A.E, hayattaki tek varlığı olan kız kardeşini arıyor.

Kız kardeşi konuyu eşine açıyor. Eşi de bu olayı bana anlatan Ankara’daki bürokrat kardeşim.

Düşünüp taşınıp şu cevabı veriyorlar:

- Şimdi taşınma falan zor. Yeniden ev ara, fiyatlar uçtu. 1250 versin. Ne yapalım...

Böylece kabul ediyorlar.

Aradan bir ay geçiyor. Kira krizi artarak sürüyor. Ev sahibi tekrar kapıda...

- Biz de çaresiziz, 2500 lira yapıyoruz...

- Nasıl olur? Daha yeni yükselttik. Bunu ödeyemem...

- O zaman çıkın evimizden...

Öğretmen kadın yalnızlığına mı yansın, çaresizliğine mi?

- Allah’ım ne yapacağım. Sokakta mı kalacağım...

İşte burası sözün bittiği yerdir arkadaşlar.

Öğretmenimiz ağlamaklı, kız kardeşini arıyor:

- Ne yapacağım Ayşe?

- İnan biz de şaşkınız.

*

İşte bu konuşmadan üç gün sonra yazımın başındaki haber medyaya ulaşıyor:

“Antalya’da işçiler hayatını kaybetti. Emniyet ölüm nedenlerini araştırıyor.”

Arkadaşlar şimdi dikkat...

Ölen o işçilerden birisi, bizim yalnız öğretmenin ev sahibidir...

Allah ölenlere rahmet eylesin. Mekânları cennet olsun.

Ve şimdi bu hikâyenin bana göre en etkili noktasına geliyoruz...

Acı haberi alan öğretmenimiz ev sahibinin eşini arıyor:

- Hanımefendi ben kiracınız A.E... Duydum ki eşiniz vefat etmiş. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın.

Haberin Devamı

Ev sahibinin eşi, kiracısından gelen bu rahmet telefonu karşısında şaşırıyor mu, bilemiyorum.

Ama şu konuşmayı biliyorum...

Öğretmenin kız kardeşi ile yaptığı konuşma:

- Abla haberi biz de duyduk...

- Evet ben de eşini aradım, başsağlığı diledim.

- Abla merak ediyorum, o kadar kira baskısında “Ah” ettin mi?

- Hayır kardeşim, benim “ah”ım yok. Etmedim...

İki kardeş arasındaki diyalog bu...

Ama sormak lazım, insan bazen “ah” ettiğini bilemeyebilir mi?

İçinden geçen isyanı fark etmediği anlar olabilir mi?

Öyle ya da böyle.

Hikâyemiz bu...

Siz tesadüf deyin...

Ben ibret.

Sen, inanma...

Ben başka alemlerden bir ses diyeyim.

Sen abartı de.

Ben yalnız yaşayan kiradaki bir öğretmenden sade bir ders diyeyim.

Ne olursa olsun...

Haberin Devamı

Kırılmış kalple ev sahibinin eşine başsağlığı dileyen; bir yalnız öğretmenden gelen çok anlamlı bir derstir bu...

Yani diyorum ki arkadaşlar...

Her çözümü devletten beklemeyelim.

Biraz da biz karşılıklı empati yapalım.

Çünkü kırılmış kalpler...

Emirle, talimatla, yönetmelikle düzelmiyor ki.

“Kira artışı yüzde 25’ten fazla olamaz” demekle...

Birbirimizi en fazla “Yüzde 25 sevebiliriz” demek arasında bir ilişki kuralım.

“Bir adım sen at, bir adım da ben” demeyi bilelim.

Yasalardan önce vicdan diyelim.

Sevgili ev sahibi kardeşim...

Sevgili kiracı kardeşim...

Asıl ev sahibi belliyken...

İki metrelik bir çukurun bize ebedi ev olacağını unutmayalım...

Gelin, gözümüz dönmesin...

Haberin Devamı

Kırıp dökmeden anlaşmayı bilelim.

Yazarın Tüm Yazıları