Paylaş
‘İsrail, İran’a bir hasar veremedi’ yorumlarına karşı farklı bir bakış getirmek için ‘şov’ diyorum.
Dikkat edin; Türkiye’nin savunma sanayisindeki muhteşem başarıyı sürekli öven bir yazar olarak söylüyorum bunu.
İHA’larımızın, SİHA’larımızın başarısını, KAAN’ın yükselişini gönülden kutlayan, Anadolu gemimizi gururla gezen, Deniz Kuvvetlerimize katılan yerli ve milli denizaltıları, fırkateynleri tatbikatlarda göğsü kabararak izlemiş bir yazar olarak yazıyorum bunu.
Kızıl Elma’nın çevresindeki SİHA’larla neler yapabileceğini bilen,
Altay tanklarının motorunu üreten BMC’nin çabasını dikkatle izleyen,
Savunma sanayisinde gençlerimizin önünü açan bu başarı hikâyesini sürekli yazan bir gazeteci olarak söylüyorum.
Niye? Çünkü gerçeği görüp kabul etmeden yol alamazsınız.
Niye? Çünkü ABD gücüyle saldıran bir İsrail var ortada. Dahası yeni nesil bir savaş teknolojisiyle karşı karşıyayız. Bu saldırının gücünü ‘yarattığı hasarla ölçmek’ hatalıdır. Çünkü bu öyle bir saldırıdır ki;
Kendisi için imal edilmiş F-35I’ları kaldırıyor. Suriye’nin ve Irak’ın üzerinden geçiyor. Arada radarları susturuyor. Ve İran hava sahasına giriyor. Belirlediği hedefleri vurup çıkıyor.
Şimdi İsrail bu saldırısında ‘büyük kayıplar verdiremedi’ diye düşünenler olabilir.
Saldırı ‘fos çıktı’ diyenler olabilir. ‘Sınırlı, kısıtlı’ bir saldırı diyerek küçümseyebilirsiniz de... Sakın böyle düşünmeyin. Çünkü stratejik gerçek şudur;
İsrail, sınırlarından 2500 kilometre uzaktaki İran’ı aradaki iki ülkenin radarlarını susturarak vurmuştur. Üstelik tek bir uçak kaybetmeden.
‘Görünmez’ olmasa da ‘geç görünen’, geç göründükten sonra da iş işten geçmiş olan bir F-35 teknolojisiyle yapıyor bunu.
Bir ‘savaş harekât karargâhı’ gibi SİHA’ları çok yükseklerden hedeflere yönlendirebilen bir teknoloji.
Ders çıkartmalıyız diye yazıyorum bunu. Aslında ders çıkarttığımız için yerli ve milli savunma sanayisine yöneldik zaten. Kıbrıs Harekâtı’ndaki ambargodan ders çıkarttık.
Bundan yıllar önce Külliye’de 29 Ekim resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Artık Kıbrıs Harekâtı’ndaki gibi ambargoyla tutulacak bir Türkiye yok” sözünü hatırlıyorum.
Yerli ve milli savunma sanayisinin ilk resmi duyurusuydu belki de bu sözler.
Eminim İsrail’in F-35’lerle yaptığı bu saldırı Ankara’da askeri-strateji ve teknolojik olarak çok ciddi şekilde analiz ediliyordur.
Evet dersler çıkarttık ve o yüzden ANKA’ların, Kızıl Elma’ların peşine düştük. Yani, Türkiye mutlaka ve mutlaka hava savunma ve hava saldırı gücünü özkaynaklarıyla ve milli teknolojisiyle yükseltmek zorundadır.
İsrail’in İran’a saldırısını verdiği hasarın büyüklüğüne göre değil de; 2500 kilometre uzağa radarlara yakalanmadan ulaşmasını ve geri dönmesine göre değerlendirelim.
Kendi aramızda birbirimizi överek bir yere varamayız.
Niye? Çünkü önümüzde gerçekten zorlu günler var. Ne Ege, ne Yunanistan ne de Kıbrıs meselesinden söz ediyorum. Üç gündür yazdığım meselenin “Kuzey Suriye” bölümünden söz ediyorum.
Özetle... Devlet Bahçeli’nin tarihi bir cesaretle terörist başı Öcalan’a “Gel bu örgütü lağvettiğini, silahların bırakılacağını açıkla” teklifinin yankılarından söz ediyorum...
Dün sordum: Bu çağrıya ‘olumlu yanıt’ verdiğini öğrendiğimiz Öcalan’ın yapacağı açıklama Suriye’nin kuzeyindeki PKK/YPG’yi nasıl etkileyecek?
ABD ve İsrail korumasındaki bu örgütün bu çağrıya uymayacağını biliyoruz.
TUSAŞ saldırısı bunun mesajıdır. Çünkü onların orada özerklik hazırlığında olduğu yolunda bilgiler var. Tıpkı Kuzey Irak gibi. Bu durumda yine aynı soruya geliyorum.
Öcalan’ın muhtemel çağrısı Türkiye’deki Kürt hareketinin silahtan arınmasını sağlar mı?
DEM içinde “Burada barış, Suriye’nin kuzeyinde top tüfek olmaz” diyenler ile Türkiye’yi bir memleket gibi görenler arasında bir ayrım yaratabilir mi? Ve bütün bu sorular yükselirken;
Suriye’nin kuzeyinde bir özerklik ilanı karşısında ne yapılacaktır?
İşte karşı karşıya olduğumuz gerçekler budur.
Türkiye yüzde 80’lere varan yerli ve milli savunma sanayisi ile çok yol aldı. Ama bu gelişmeyi görüp bu yolu kesmek isteyenler var.
O yüzden diyorum ki;
İsrail’in F-35’lerle yaptığı bu şova çok dikkat etmeliyiz. İki ülkeyi havadan geçip radarları kör ettikten sonra üçüncü ülkeyi nasıl vurduğunu sorgulamalıyız.
Peki ne yapacağız?
Yerli ve milli savunma sanayisi için çalışanlara gözümüzün bebeği gibi bakacağız.
ASELSAN’da, Roketsan’da TUSAŞ’ta çalışan o mühendis çocuklarımıza kendi evlatlarımız gibi sarılacağız. Yani birbirimize sarılacağız.
Ayırmayacağız. Ayrıştırmayacağız.
Bütün bunları korkudan, telaştan yazmıyorum arkadaşlar.
Telaş olabilir. Bizi kırbaçlar. Ama korku yok. Çünkü biz 1071’de Anadolu’nun kapılarını açmış, 1453’te İstanbul’u fethedip bir devri kapatmış... Ve Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarıyla kendi Kurtuluş Savaşımızı vermiş bir tarihten geliyoruz.
Çanakkale’deki şehit mezarlığında yazan doğum yerleri bir Anadolu aidiyetidir,
Türkiye’nin çimentosudur.
Bizim sınırlarımız cetvelle değil kanla çizilmiştir.
O yüzden korku yok.
Ama telaşta fayda var...
Paylaş