Paylaş
Alkışlar, çığlıklar, “bravo” lar arasından yürüyüp geçen o genç kız kameralara doğru bakarken...
Bütün harfleriyle bir sağanak gibi yağdı üzerime bu soru.
Dünya tenisinin kırmızı halısı Wimbledon’un açılış partisinde...
Kortta küçücük görünen ama karşımda, zirveye ayarlı bir yıldız gibi parlayan Şarapova’yı görünce...
Dedim ki:
- Benim bir hayalim var mı?
- Nedir benim düşlediğim şey?
- Ne istiyorum bu hayattan?
İşte; küçücük yaşta, babasının Rusya’dan ABD’ye getirdiği o kız, şimdi dünya tenisinin kırmızı halısında bir hayalin yıldızı olarak parlıyor.
Türkiye Tenis Federasyonu’nun Türk tenisinin gözlerini dünyaya doğru açmasını sağlayan bir çabasıydı beni bu açılış törenine getiren.
Ve orada maceranın ve cesaretin zarif ama ürkek bakışlarıyla o tenisçi kızları görünce...
İçimde sessizce uyuyan bir volkanı ayaklandırır gibi yükseldi bu soru:
- Nedir benim hayalim?
Bunca kavgadan, kutuplaşmadan, kamplaşmadan, korkudan sonra böyle bir soruya çarpmak sarsıcı oluyor.
Ve işte bu soruya çarpınca daha iyi anlıyorum...
O büyük ve toplumsal hedeflerin, hummalı vaatlerin, sivil toplum kuruluşlarının, anketlerin, istatistiklerin, siyasi partilerin, cemaatlerin, derneklerin üzerinden
“toplumsal” ya da “halkımız için” diye başlayan nutukların, dev pankartların arasında, bireyin nasılda küçüldüğünü böylece görebiliyorum.
Ve ruhumu bir dikenli tel gibi kuşatan o daralmanın, küçülmenin üzerinden soruyorum:
- Nedir sizin hayaliniz?
- Nedir gözlerinizi kapattığınızda yalnızca size ait olan düşünüz?
- Bireysel tarihinizi yazacağınız o sayfa elinizde mi?
İşte tam burada soruyorum.
Londra’da.
Wimbledon’un açılış töreninde.
Büyük hayallerin yarıştığı İspanyol Bahçesi’nin yaldızlı dekorunda yürürken soruyorum:
- Başkalarının uzağında bir hayalim var mı benim?
Toplumsal olarak küçücük ama bana göre dev bir hayal.
Ve şimdi bir itiraf gibi...
Bir çığlık gibi veriyorum cevabımı.
Arkadaşlar benim hayalim şudur:
- Kendi macerasından süzdüğü bir cesaretle dünyaya doğru yürüdüğünden artık emin olduğum kızım Eylül ve Şimal’le birlikte; oğlum Kuzey’in tekrar Wimbledon’da bir turnuva oyuncusu olarak korta çıkmasıdır benim hayalim.
Evet işte yazıyorum.
Ve en büyük harflerle ilan ediyorum:
- İçimden geçen bütün nehirlerin denize kavuştuğu yer işte burasıdır.
Yani;
- Serin bir yaz saatinde, beyaz şapkaları ve şemsiyeleriyle, kendisini güneşe bırakmış izleyicilerin nefesini tutup oğlumun ilk servisini beklediği andır benim hayalim...
Ne garip; böyle bir hayali içimdeki aynaya doğru tutmayalı çok zaman olmuş.
Ve şimdi o aynaya baktıkça çok daha iyi anlıyorum.
Hayallerimizi unuttukça toplumsal hayaletlere kapılıyoruz.
Ve sonra korkuyoruz birbirimizin hayaletinden. Hayallerimizden kaçtıkça, yarattığımız hayaletlere düşüyoruz.
Ve bizi bir korku tüneli gibi kuşatan o hayaletlerden kurtulmak için çırpınıyoruz.
Birbirimizi kırıp döküyoruz.
Ve işte bu yüzden diyorum ki.
O sefil hayaletten kurtulmak için ruhunuzdaki aynaya doğru bir hayal kurun.
Ve bunu yapabilmek için de:
- Önce içinizdeki pankartları indirin.
- Alnınızdaki duvar yazılarını silin.
Gözlerinizdeki afişleri kaldırın ve sorun:
- Nedir benim bu dünyaya doğru sürdüğüm hayal?
Sorun ve cevaplayın.
Ve eğer bir cevabınız yoksa...
Siz işte asıl bundan korkun.
İÇİNİZDEKİ HAYALET - WEB TV
Paylaş