Paylaş
ERCAN Keleş...
Gümüşhane’nin 30 haneli Tepedam köyünde dünyaya gelmiş.. Yıl 1971...
5 yaşında ailesiyle Almanya’ya göç eder. Zor yıllar. Bilmediği bir dünya. Bilmediği bir dil. Başka bir kültür.
Ortaokul, lise... Okumak için çalışmak zorundadır. Taksicilik, fedailik, temizlik işçiliği yapar.
Ve üniversitenin son yılında herkesin dilindeki o kitap eline geçer.
Alman gazeteci yazar Günter Wallraff’ın “En Alttakiler.” kitabı...
Okur ve o gün kendine söz verir. Kitapta Wallraff’ın Ali ismiyle çalıştığı ThyssenKrupp şirketine bir gün mutlaka girecektir.
“Bir gün bu şirkete girip yükseleceğim” diye kafasına koyar...
Uzatmayalım... (Öykünün tamamını merak edenler Celal Özcan’ın haberinden okuyabilir.)
Aradan yıllar geçer. Üniversiteyi bitiren Ercan o şirkete girmenin bir yolunu bulur. İnanılmaz bir çalışma... Fedakârlık... Uykusuz geceler... İngiltere... Japonya... Ve tekrar şirketin Almanya merkezine döner... Ama bu defa şef olarak...
ADIMDAN DOLAYI BENİ HÂLÂ ŞOFÖR ZANNEDENLER VAR
Ve Ercan bugün ThyssenKrupp’un yönetim kurulu üyesidir. Bu hikâyeyi de aynen kendisi öğrencilere anlatır.Evet, Ercan Keleş önceki gün göçmen öğrenciler için bir konuşma yaparken şöyle diyordu: “Küreselleşen dünyada artık milliyet değil, yetenek ve hizmet önemli. Türk-Alman gibi kavramlardan kurtulup evrensel düşünün. Bugün kariyer için Almancadan daha çok İngilizce önemli. Ben şirket şubelerinde sürpriz denetimler yapıyorum. Kapıda adımdan dolayı beni halen şoför zannedenler oluyor. Hatta ‘Ben yöneticiyim’ deyince, inanmayıp santraldan merkeze soranlar çıkıyor. Tüm bunları kızmadan, öfkelenmeden güler yüzle karşılamak, alttan almak lazım. İnsanların alışması zaman alıyor. Göçmen kökenli olmayı bir dezavantaj değil, bir avantaj olarak görün...”
Çevremiz böyle mucizelerle dolu.
Yeter ki inanarak bakalım...
Bir denizci hapiste ne yapar?
RUHU enginlerle dolu bir insanı dört duvar arasına koyarsanız...
Üstelik hiçbir suçu olmadığını düşünüyorsa...
Ve sonradan suçlu olmadığı mahkemede anlaşıldıysa... Bir denizci hapiste ne yapar?
15 yıldır denizcilerin tutkusu haline gelen Naviga dergisini okurken rastladım bu öyküye...
Hapisteyken yaptığı gemi maketleri Rahmi Koç Müzesi’nde sergileniyordu.
Cem Gürdeniz. Emekli Amiral. Ama bana göre hepsinden önemlisi bir denizci. Sevgili denizci dostum Turgay Noyan soruyor:
-Kısa sürede üç kitap yayınladınız. Bu nasıl bir tempo... İmrenmemek mümkün değil.
Gürdeniz cevap veriyor:
“Hürriyetim çalındığı sırada 3.5 yılda tam 3 bin sayfa yazdım. Savunmalarımızı yazmamız için bilgisayar kullandırıyorlardı. Ben tek kelime savunma yazmadım. Kitaplarımı kaleme aldım. ‘Amatör Denizcilikte Acil Durum Seyri’, ‘Mavi Uygarlık’, ‘Türkiye Denizcileşmelidir’ kitapları böyle çıktı.
İşte böyle arkadaşlar...
Savunmasını yazmak yerine, denizcilik kitapları yazan Gürdeniz... Nasıl bir ruh durumudur bu?
Bir insan denizciyse... Üstelik suçu yoksa... Savunma yazmak yerine böyle yapar. Denizcinin savunması mavidir. Durudur. Sahicidir. Umut dalgaları, içindeki kayalara çarpa çarpa kırılsa da... O hiç vazgeçmeyeceği özgürlüğünü gemi maketlerine bindirir öyle açılır hayallere... Öyle çıkar denizlere...
Allah kimseyi adaletsizliğin pençesine düşürmesin...
Bir ilaç firması tarihe nasıl şifa olur
BİR ilaç firması eğer gidip tarihi bir külliyeyi müze haline getiriyorsa...
Kutlamak gerekir.
Osmanlı döneminin Sultan II. Bayezid Külliyesi Edirne’de sağlık müzesi haline getirildi. Bu tarihi katkıyı yapan Abdi İbrahim’i alkışlıyorum. Yalnızca bedene değil, tarihe ve kültüre de şifa olunmalı...
Yoksa yalnızca patenti başkalarına ait olan bir kimya fabrikası olursunuz.
Tarihinizi asla anlayamazsınız.
Paylaş