Paylaş
İstanbul Belediyesi 30 bini aşkın çalışanı ve yaklaşık 25 milyar dolar bütçesiyle, şehir değil, bir dünya merkezidir.
Bu yüzden İstanbul’u alan Türkiye’yi alır... AKP adayı belli ki Kadir Topbaş. Peki ya CHP... Kulağıma bir isim fısıldanıyor...
- Kemal Derviş...
Bana göre de
"Doğru" diyorum. "Bana göre de Kemal Derviş..."
AKP’nin "İstanbul elimdeki bir kuştur" rahatlığına karşı; ciddi bir rekabet için doğru bir isim... Kim kazanırsa kazansın ama böyle bir dünya merkezine keskin bir rekabet yakışır. Bu nedenle doğru...
Çünkü artık İstanbul belediye başkanı, yalnızca belediyecilik hizmeti için seçilmemelidir. Yol, su, park, bahçe, köprü-kavşak için değil. Çünkü bunlar zaten yapılması gerekendir...
İstanbul bir "finans merkezi"dir. Yaklaşık 25 milyar dolar bütçe bunun göstergesidir.
Bu yüzden başkan adayı diyecek ki:
"İşte benim yatırım planım. İşte benim projelerim. Bu şehirde şu kadar işsize iş!"
İstanbul, yalnızca İstanbul’da yaşayanlar için değildir... Daha çok "bir kültür merkezi"dir...
Aday diyecek ki:
Bu yüzden başkan adayı diyecek ki:
"Ben üç dinin buluştuğu bu dünya merkezini dünyaya şöyle açarım..."
İstanbul aynı zamanda bir "turizm merkezi"dir... Bu yüzden başkan adayı diyecek ki:
"İşte saraylardan, mezarlardan, kubbelerden süzdüğüm projeler. İşte dünya sinemasını taşıdığım, işte Mozart’ı, Mevláná’yı, Dostoyevski’yi ve Ahmet Hamdi Tanpınar’ı selamladığım şehir..."
Bunları yapmak için yol su, park bahçe projesi değil, finans derinliği ve dünya vizyonu olan adaylar gerekiyor.
’Su getirdim’ olmaz
Yoksa, köprülerden sarkan ucuz bezlere, "Şu kadar su getirdim. Bu kadar ağaç diktim. Şu kadar kavşak yaptım" diyen bir zihniyet değil. (Dünyanın hangi modern şehrinde belediye başkanı "Size su getirdim" diye köprülere pankart asar?)
Evet işte bu nedenle ben İstanbul’a bir belediyeci değil, bir başkan aranması gerektiğini söylüyorum. Derviş kabul eder ya da etmez... Sonuçta rekabet bu ölçüde olmalı...
Bu yüzden rekabeti bir belediye başkanlığı için değil, bir dünya merkezi olarak görmek gerekiyor.
İKİNCİ YAZI
Bir bomba daha geliyor
CHP İstanbul İl Başkanı Gürsel Tekin’in elinde çok önemli bir dosya var... AKP İl binasıyla ilgili... Belgeler, fotoğraflar, hatta video... Tekin İstanbul’da çok ciddi çalışmalar yapıyor. Çarşafa CHP rozeti takılmasında da en önemli rolü oynadı.
Şimdi bir dalgaya daha hazırlanıyor.
Sanıyorum bu hafta açıklayacak. Benden rica etti. "Lütfen yazma" dedi.
Muhtemelen bir basın toplantısıyla kendisi duyuracak.
Ben iddiaları dinledim. Gerçekten müthiş. Eğer doğruysa uzun süre tartışılır.
AKP il teşkilatı sağlam bir cevap veremezse "Şaban Dişli olayı"ndan daha çok ses getirir.
Gürsel Tekin, bayramdan hemen sonra bu dosyayı açacağını söylüyor ve ekliyor:
- Bunlar olacak şeyler değildir... İnanılır gibi değildir...
Gürsel Tekin bu iddiaları ortaya koyunca yine bir savaş başlayacak...
Yerel seçim öncesi..
Dosya savaşı..
ÜÇÜNCÜ YAZI
Fotoğrafı bile olmayan çarşaflı şair annesi
Annemin bir resminden mahrumum. Onun bir resmi hayatımın en büyük bir yadigarı olurdu. Annemin simasını şimdi iyi hatırlayamıyorum. İslam tesettürünün en şedid bir muhitinde doğduğu, yaşadığı ve öldüğü için bir resmini bırakamadan kayboldu....
Yapı Kredi Kültür Merkezi’nde Yahya Kemal sergisini gezerken çakıldım kaldım bu cümlenin karşısında...
Öylece baktım... Yahya Kemal, "annesinin yüzünü hatırlamaya çalışıyordu".
Çocukluk yıllarından kalmış belli belirsiz bir silüet... Kara çarşafın içinde sevgi dolu bir yürek. Yüzünü gizlemiş yıllarca... Saklanmış. Bir iz bile bırakamamış. Çünkü dönem öyle ve kapalı... Bu yüzden dünya şairi, çocukluğundan ruhuna kalacak bir anne silüeti arıyor...
Bugün içine düştüğümüz "örtünme tartışması"nın belki de çok uzağında...
Bu yüzden çarşaflı kadınlara diyorum ki:
"Tamam kimse kimsenin inancı nedeniyle nasıl giyindiğine karışmasın. Ama en azından oğullarınız için, bir kez de olsa Yahya Kemal’in bu derin acısını düşünün. Dinleyin o şairin anne yüzüne olan hasretini..."
Örneğin şöyle de sorabiliriz:
- Yahya Kemal’in bu "masum talebi"nden ne anlamalıyız?
- İnancı "bilek güreşi"ne çevirenler, Tanrı’nın yolunu siyasi patikaya dönüştürmek isteyenler ne anlamalı?
Yüzlerce yıl bu millete resim yapmak yasaktı. Roman yasaktı. .
İşte bu yüzden, kimsenin kendi resmini yapamadığı bir tarihten gelenler olarak, bugün içine düştüğümüz tartışmalar için Yahya Kemal’in bu yakarışını birbirimize açıklamalıyız.
DÖRDÜNCÜ YAZI
Sınırda bir kadın harekátı
İŞTE yine bir fotoğraf düştü sarp dağlardan... Terörün belalı yollarından, yoksulluğun ağır ikliminden, çocuk gelinlerin gizli gözyaşı odalarından, erkek şiddetinden, aşiret coğrafyalarından süzülüp geldi...
İyi bakın bu fotoğrafa...
İran sınırına doğru dayanan Van’ın ilçesi Saray’da çekilmiştir...
Ve aslında bir kadının masum ve inançlı bakışıdır...
Adı Hamide Yeni...
O uzak ilçede bir dernek kurmuş:
"Saray Kadınlarını Koruma, Yaşatma ve Modernleştirme Derneği..."
Önce derneğin adı büyüdü önümde...
Modernleştirme derneği...
Ezilen, horlanan, ikinci yapılan, küçük yaşta evlendirilen bütün kadınlara doğru büyüdü...
Aradım buldum Hamide’yi... O İran sınırında, ben İstanbul’da...
- Sizi kutluyorum Hamide. Bu derneğin amacı ne? Niye kurdunuz?
- Söz hakkımız yok diye... Evin içinde evin dışında ikinciyiz biz. Ev içine kapanmışız.
- Kaç üyeniz var?
- 18 kişiyiz... İki evli üyemiz eşine söylemeden üye oldu...
Evet işte bu...
Hamide’nin söyledikleri fotoğrafın derinliklerinden bir çığlık gibi geliyor...
O çığlık iki ay önce o ilçede kocası bir başka kadına imam nikáhı kıydı diye intihar eden genç kadının çığlığıdır...
O çığlık, "çocuk gelinlerin" gözyaşlarından süzülen çığlıktır.
Dünyanın bütün kadınları, dünyanın bütün özgür insanları bulun Hamide’yi...
Sınırdan gelen bu "çığlığı" destekleyin...
BEŞİNCİ YAZI
Dede Korkut’tan Kürt destanlarına
’HOMEROS ’tan Dede Korkut’a, Kürt destanlarından Yunus Emre ve Karacaoğlan’a, Evliya Çelebi’den Sait Faik’e uzanan son derece zengin edebi geleneklerimizi kendi evrensel ve anıtsal eserlerine dönüştürdü.’
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül diyor bunu... Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı..
Diyor ki: "Dede Korkut’tan Kürt destanlarına..."
Bu söz karşısında duruyorum, bir daha bakıyorum. Bir daha dinliyorum...
"Dede Korkut’tan Kürt destanlarına..."
Anadolu coğrafyasındaki bu muazzam zenginliğin, kültür derinliğinin, "ruh çeşitliliği"nin tanımıdır işte bu... Hem de en yüksek makamdan...
Değişik renklerin mozaiği değil, o renklerin oluşturduğu "ebru"dur söylenen.
O en güzel renk armonisidir... Bozlak’ın, uzun havayı kucakladığı yerdir...
Neşet Ertaş’ın, Muhlis Akarsu’ya karıştığı, erenlerin dedelere sarıldığı topraktır...
Bir Ege türküsünün, Karadeniz’in oynak ritmine kapıldığı sestir. Mardin’deki Süryani kilisesinin Ayasofya’yı gezdiği, Selimiye’ye gülümsediği manevi çizgidir...
Budur zaten Yaşar Kemal... Namus davasının, kız kaçırmanın, sünnetin, yoksulluğun, isyanın, öfkenin, bir festival gibi yaşandığı yerdir. Yılmaz Güney’dir. Ve ilk kez bir cumhurbaşkanı "Kürt destanlarından Yunus Emre’ye..." diyerek, içimizden geçen bu gökkuşağını kucaklamıştır... Bu zenginliği bir örgüt kafasına hapsetmek isteyenlere karşı müthiş bir açılımdır...
ALTINCI YAZI
Japonya’ya ayıp oldu
JAPONYA ’nın Ankara Büyükelçiliği bir milli gün resepsiyonu verdi... Büyükelçi Nobuaki Tanaka iyi hazırlanmış... Geleneksel yemekler, Japonların dostluğu. Doğunun o bilinen sıcaklığı... Her şey tamam. Ama çok önemli bir şey eksik...
Davetlilere bakıyorum. Gözlerim Ankara adına birilerini arıyor. Japonya’nın en önemli günü. Diplomasi geleneğine göre bu resepsiyona katılım ev sahibi ülkenin o ülkeye verdiği değeri gösterir...
Baktım, Dışişleri Bakanı yok... Olabilir. Müsteşar... O da yok... Müsteşar Vekili de orada değil... Ya hükümeti temsilen bir bakan... Hayır gelmemiş.. Büyükelçi Tanaka buruk... Hatta kırgın... Biraz konuşuyorum. Burukluğu daha da net ortaya çıkıyor...
- Acaba bir unutkanlık olabilir mi?
- Elbette olamaz. Diplomaside unutkanlık yoktur. Çünkü dosya vardır.
Belli ki Dışişleri Bakanlığı’nda bir sıkıntı var. Tayin beklentileri, vaziyeti idare etmeler, bakanlığın işleyişini zorluyor. Türkiye’nin en köklü kurumu için gerçekten sıkıntı.
Bir de not: Üzerine iki tane atom bombası düştükten sonra yine dünyanın en güçlü ekonomilerinden birisi olan bu gururlu insanları, en az Almanlar kadar anlamak ve yakınlaşmak gerekmiyor mu?
Paylaş