ÖRGÜTTEN sorumlu genel başkan yardımcılığını alamayınca;
“Size artık genel başkan demeyeceğim Kemal Bey” diyen Önder Sav; Sonra “O makam kimsenin babasının malı değildir” diyen Önder Sav; Partide alternatif yönetim toplantısı yapan Önder Sav; Ve kendisini CHP oklarını fırlatacak bir yay gibi hırsla geren Önder Sav; Sizce köşesine çekilip oturacak mı? Gülümseyerek ayrılması, başarılar dilemesi “Tamam artık size bıraktım. Karışmıyorum!” anlamına mı geliyor? Ecevit’i anma toplantısında Kılıçdaroğlu ile yan yana oturması “Partiyi dilediğiniz gibi yönetin” işareti midir? Bütün bu soruların tek ve kesin bir cevabı var: - Hayır! Önder Sav Parti Meclisi’ndeki gücünü ve etkisini biliyor. Ve genel seçimlerde o parti meclisinin nelere kadir olduğunu da tüzük söylüyor. Tüzük diyor ki; Milletvekili adayları parti meclisinde belirlenir. Yani? CHP’nin yeni milletvekillerini parti meclisi seçer... İşte Sav’ın sessizliği, gülümsemesi bundandır. Seçim kapıya dayanıp, milletvekili adayları sıraya girdiğinde, şimdi gülümseyen o maskenin altından ne çıkacağını Kemal Kılıçdaroğlu biliyor. Mesela genel başkan falanca kişinin milletvekili adayı olmasını istedi. Sav’ın bir işaretiyle parti meclisinden dönebilir. Ya da en hafif deyimiyle sıkıntı çıkabilir. İşte bu nedenle CHP içinde Kılıçdaroğlu’nun yakın çevresi kurultay istiyor. Genel Başkan ise bu kaygılara katılıyor ama düşünüyor: Soru şu: - Seçimlere 7 ay kala bir kurultay partiyi hırpalar mı? Ve kurultaydan genel başkanın hâkim olduğu bir parti meclisi çıkar mı? Bana gelen bilgilere göre kurultay toplanacak. Önder Sav ise parti meclisindeki gücünü kaybedecek diye kurultay istemiyor. Bu yüzden şimdi sessizce gülümseyen Önder Sav’ın kurultaya nasıl bir yüz ifadesiyle geleceğini herkes biliyor. Parti meclisindeki bu durum kurultayı artık gerekli kılıyor.
İKİNCİ YAZI
Bir çocuk bedeni neler yapabilir?
BİR hafta önce ara sokaklarda taş atan çocukları kovalıyorlardı. Bir hafta önce belediye başkanı valinin uygulamalarını şikayet ediyordu. Bir hafta önce il başkanı gözaltına alınan arkadaşları için emniyet müdürünü protesto ediyordu. Bir hafta önce bir babayla okul müdürü gırtlak gırtlağa anadilde eğitim kavgası yapıyorlardı. Bir hafta önce savcı mahkemede onları suçluyordu. Bir hafta sonra baktım. Hepsi orada. Bir göletin etrafında. Hepsi çalışıyor. Taş atan çocukları kovalayan bir polis, gölete dalmış, şimdi masum bir çocuk bedeni arıyor. Vali belediye başkanıyla birlikte üzülüyor. “Ne olur bulun şu çocukları” diyor. Göletin yanındaki okulun müdürü gözyaşlarının kıyısında duruyor. Savcı hüzünlü. İl başkanı emniyet müdürüne “Bir daha böyle bir felaket olmaması için ne yapabiliriz?” diye soruyor. Evet; Diyarbakır’da masum bir çocuk bedeni bütün tarafları topluyor. Ve onun küçücük bedeni; boğulduğu göletin etrafına topladığı herkes için ağır bir itirafname gibi büyüyor. İşte yine o acılı dekor. Yani bir filmin ibret sahnesi gibi; Bütün taraflar bir çocuk bedeninin etrafında toplanmışlar. İşte budur acının dekoru. Ve işte bu sahne, bir çocuğun “anadili”yle olmasa da; “Beden dili”yle anlatabildiği en temiz derstir. Büyük idealler, kavgalar, kurtuluş reçeteleri, özgürlük savaşları için nutuklar atanlar. Bir ihmal göletinde toplanıp bu “beden dersi”ni almışlar mıdır acaba? Hiç sanmıyorum çünkü; Unuturlar. Gündelik ve sıradan bir cenaze töreniyle unutur giderler o göleti... Her şey yeniden başa döner. Bir kahveden gelen okey taşı sesi silah sesine karışır yine. Ve İsmet Özel’in dediği gibi; “Kapanmaz yağmurun açtığı yaralar çocuklarda.”
ÜÇÜNCÜ YAZI
Peki nedir bu füze kalkanı?
FÜZE kalkanı deyince insanın aklına şöyle bir manzara geliyor: Hummalı bir askeri harekât. ABD’den gelen devasa füzeler, Türkiye’nin dört tarafına yerleştiriliyor. Filmlerde gördüğümüz uzun sivri korkutucu füzeler için kurulan rampalar. Askeri uçakların biri iniyor diğeri kalkıyor. Askeri gemilerle füzeler taşınıyor. Her gün televizyonlarda Türkiye’ye gelen füzelerin boy boy görüntüleri. Sanki bir üçüncü körfez harekâtı görüntüsü gibi... Peki böyle bir şey midir bu füze kalkanı? Türkiye’nin etrafını çevreleyecek füzelerden bir kalkan yani. - Hayır! - Nedir peki? - Füze kalkanı denilen şey füzelerin gelmesi değil. Bölgeyi kapsayacak bir radarın Türkiye’ye konulmasıdır. - Füze yok mu yani? - Hayır füze değil. O bölgedeki hava hareketlerini kapsayacak, algılayacak bir radar sistemidir. - E peki füzeler nerede? - Körfezdeki gemilerde. Evet uzun teknik ayrıntılara giremiyorum. Ama bilinen şu ki; “Füze kalkanı” diye anlatılan şey bir radarın kapsama alanından başka bir şey değil. Bana göre reddedilecek bir şey yok. Yalnızca kuvvetli bir pazarlık olabilir. Mesela Türkiye bu sayede ABD’den bazı kritik silahları alabilir. Patriot füzeleri gibi. Ve kongrede satışı için onay bekleyen diğer silahlar. Bu açıdan bakınca NATO’nun füze kalkanı dediğimiz “radar kapsama alanı” çok da tehlikeli vahim, düşmanca bir şey olarak gözükmüyor. Böyle bir NATO şemsiyesine İran’ın aşırı bir tepki göstereceğini de sanmıyorum. Olsa olsa biz, İran’la olan komşuluk ilişkimizi kullanıp ABD ile daha kuvvetli bir pazarlık yaparak NATO kalkanını kârlı bir şekilde kabul edebiliriz.