Bu sözleri okudum, durdum, düşündüm, yetmedi bir daha düşündüm.
Resmen skandal... Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını savunma görevi almış önemli bir kurum içinde resmen
"dinleme skandalı" yaşanıyor.
Hem de eş durumundan...
Olayın aslını öğrenmek için MİT içinde müsteşar olma noktasına kadar ulaşmış çok önemli bir ismi aradım. Aldığım cevap şu:
"O iki isim birbirlerinin ezeli düşmanıdır. Bu böyle bir olay."
Hangi iki isim, bu nasıl bir MİT meselesi?
Sorular büyüdükçe büyüyor.
Onlar biliyor ama biz bilmiyoruz. Bu yüzden daha net sordum:
-
Yani nasıl bir olay. Böyle bir dinleme skandalı var mı, yok mu?Cevap:
- Şu aralar MİT içinde bazı önemli kademelere gelip emekli olmuş birçok kişi konuşuyor. Bu çok yanlış. Bizim mesleğimizde sessizlik esastır.
Biliyorum; sessizliğin mesleki önemini söylemesi
"konuşmak istemiyorum" anlamına geliyor. Ama yıllara yayılan dostluğumuza güvenip üsteliyorum:
- Peki nedir bu ezeli rekabet?
İşte o cevap:
- O iki kişi birbirlerini hiç sevmediler. Hatta makamda birbirlerine silah bile çektiler. Bu haberin böyle bir derinliği var. Yoksa Filiz Hanım merkeze çok az gelir, bizim iç dünyamızda çok az olurdu. Müdahalesi olamaz yani. Ayrıca bizim iç düzenimizde otokontrol olarak telefonlar zaten dinlenir. Ama özel olarak olmaz.
Evet, olay bu... Birbirlerine makam odasında silah çeken iki ismin savaşı
"dinleme skandalı"na kadar ulaştı. Aslında yıllardır bilinir. MİT içinde Mehmet Eymür hep bir sorun olmuştur.
Son olarak Şenkal Atasagun döneminde MİT Eymür’ü mahkemeye vermiştir.
Eymür ABD’ye gidip oradan bir internet sitesi aracılığıyla yayın yapmıştır.
Eymür, Mesut Yılmaz’ın başbakanlığı döneminde
"özel görevler" almıştır.
MİT içinde bir
"dedikodu istihbaratı" olduğu iddiaları bu dönemde ortaya atılmıştır.
Bu dedikodu hiç bitmedi. Tabii en doğru açıklama MİT’ten gelecek.
Gürültüden yaptıklarımız duyulmuyorSEVGİLİ okurlar, bu hafta siyasetin kırıcı görüntüsünden çok insani portreler üzerinde duruyorum.
Deniz Baykal’la Gaziantep-Kahramanmaraş gezisinden Erzincan’a geçiyorum. Biz geldiğimizde bir şehit düşen fidanımızın daha cenazesi kalkıyordu. Yıllardır içimize akan gözyaşı yine bir öfke fırtınasıyla yağmura dönüştü.
Erzincan’da eski Ulaştırma Bakanı
Binali Yıldırım’la konuşuyoruz. Yine aynı şeyi yapıyorum.
Siyasetin ötesinde, polemiğin ve vaatlerin dışında Erzincan’da bir siyasetçinin
"genç bir adam olarak" portresini yapıyorum.
"Söyleyemediğimiz bir şey var" diyor.
Nedir?
-
Gürültüden yaptıklarımız duyulmuyor...
Örnek:
"Her yıl trilyonlarca zarar eden Sabiha Gökçen Havalimanı’nı daha dün 3.1 milyar dolara 20 yıllığına verdik. Nasıl mı oldu. Orayı kárlı bir hale getirdik ondan. Şimdi Atatürk Havalimanı’ndaki sıkışıklığı almak için oradan Sabiha Gökçen’e seferleri kaydıracağız. Orası da tam kapasiteye ulaşınca, üçüncü bir havaalanı Avrupa yakasına yapılacak."
Binali Yıldırım bunları anlatırken gözlerinin içi parlıyor. Heyecanlanıyor, sonra duruyor.
"Derdimiz" diyor,
"bu memleketi daha fazla ayağa nasıl kaldırırız."Evet, işte ben siyasetin tam burasını önemsiyorum. Çünkü yıllar önce benzeri sözleri Demirel’den, Turgut Özal’dan, Adnan Kahveci’den, Ekrem Pakdemirli’den yine aynı heyecan tonunda duymuştum.
Bu yüzden siyaset bir
"polemik" olsa da, aslında hizmet
"nöbetleşe" yapılıyor. Binali Yıldırım iyi bir nöbetçi...
30 yıllık siyasi hayatımın rüyasını gerçekleştirmek için seçime giriyorumUÇAĞIN gölgesi, aşağıda uzanan sıradağlardan kopup bulutların arasında kaybolurken ben de biliyorum, o da biliyor. Bu seçim çok farklı... Bu seçim onun için normal bir seçim değil... Belki de
"son bir seçim"...
Baykal’la Kahramanmaraş, Gaziantep yolundayız.
Yan yana oturuyoruz. Demeç, yok, polemik yok,
"Ben şunu yaparım" yok.
"Bu başbakan..." diye başlayan eleştiri bombardımanı yok.
Yalnızca, durmuş oturmuş bir sessizlik var. Gülümseyen bir yol arkadaşı gibi...
Bu seçim farklı.
Belki de siyasi hayatının en önemli seçimi... O da bunu biliyor. O da soruyor.
İçinden kopan bütün fırtınalara, aniden çakan şimşeklere doğru o da soruyor... Son seçim değil mi?
20 yıla yakındır tanıyorum. Nice kurultaylar, kavgalar, mücadeleler... Hep söke söke alınmış bir hayat. Şimdi 30 yıllık siyasi hayatının
"son büyük seçimi"ne 6 gün kaldı.
Bulutların üzerinde şöyle diyor:
"Ben 30 yıllık siyasi hayatımın rüyasını gerçekleştirmek için bu seçime giriyorum."
Evet işte bu seçimdeki Baykal budur... Boş verin bütün demeçleri. Siyasi polemikleri, vaatleri. Ucuz mazotu. Eğer bir şey anlamak istiyorsanız bu cümleye bakın...
"
30 yıllık siyasi hayatımın rüyasını gerçekleştirmek için."Bir insan hayatının en büyük manşetidir bu... Yarın her siyasetçiye lazım olacak bir sözdür bu... Çünkü siyaset yalnızca düşmanlık üzerine olmuyor. Aynı zamanda tecrübe ve saygı üzerine dönen bir insani boyutu da var.
Bulutların üzerinde, bütün küçük hırslardan arınmış bir
"hissiyat yolculuğu" yapıyoruz.
Sanki bir mitinge değil de, zaman eleğinden geçmiş ruhları toplamaya gidiyoruz. Bu yüzden demeçler bitiyor, polemikler tükeniyor, nutuklar kesiliyor.
Silahları ABD’li kaçak askerler satıyormuşANKARA ’da çok özel bir bilgi var:-
Terör örgütünde ele geçirilen ABD silahlarının kaynağı ABD askerlerinin de karıştığı Irak’taki silah kaçakçılığı organizasyonudur.
Bu bilginin derinlerine inince çok çarpıcı bir iddiaya ulaşıyorum.
O da şu:
-
Irak’ta görev yapan bazı ABD askerlerinin kayıp ya da kaçak olduğu bildiriliyor. Bu kapsamda bazı ABD askerlerinin bulunması için Türk güvenlik birimlerinden yardım bile isteniyor.
Çünkü kaçışlar bir şekilde Türkiye üzerinden de olabiliyor.
Peki bu noktada ABD’nin Türkiye’deki güvenlik birimlerinden bir talebi olmuş mu?
Benim aldığım bilgilere göre
"evet", olmuş...
Yani?
Yani bazı kaçak askerlerin isimleri verilmiş ve bu konuda Türkiye’den yardım istenmiş.
Şimdi silahlara gelelim.
Bütün bilgileri şunun için verdim...
PKK’nın elindeki M-16’ların kaynağını ABD muhtemelen
"kaçak askerlere" dayandıracak.
Araştırma sonucunda Türkiye’ye verilecek cevap şu olabilir:
-
Sizin isteğiniz üzerine PKK’nın elindeki ABD menşeli silahları araştırdık. Ordunun elindeki envanterde kayıp silahlar var. Bu tür silahlar ya Irak askerlerine verilmiştir ya da kayıp Amerikan askerlerine aittir. Söz konusu silahlar bu yolla PKK’nın eline geçmiş olabilir.
Evet, Irak’ta müthiş bir silah kaçakçılığı organizasyonu var. Bu doğru. Bazı kaçak ABD askerlerinin arandığı ve Türkiye’den yardım istendiği de doğru.
Peki
"Kayıp silahlar kayıp askerlere ait olabilir" cevabı ne kadar doğru olabilir?
Yani ben desem ki,
"Siz kaçmış olun, sonra da kaçırdığınız silahları satmış olun..."Belki Pentagon’un böyle bir kararı yoktur. Ama Irak’ta üst rütbeli Amerikan subaylarına kadar uzanan bir
"kaçakçılık organizasyonu" olduğu kuşkusu her geçen gün artıyor.
İran’a silah satan albayı daha unutmadık...
Osman Pepe-Mehmet Sevigen şeref savaşı
CHP iddia ediyor: -
Bakan Osman Pepe’nin oğullarına ait 600 ev var! Gaziantep yolunda, Baykal’ın uçağında Mehmet Sevigen konuşuyor:
"Evet araştırıyoruz. Evler çıkıyor."
Hemen Hürriyet.com.tr’ye olayı manşet yapıyoruz. Ve az sonra Bakan Pepe beni Gaziantep’te buluyor:
"Eğer bu iddiayı ortaya atan ispatlamazsa şerefsizdir. Acaristanbul’un intikamını almaya çalışıyorlar. Mehmet Sevigen önce Acarkent’teki villasının hesabını versin!"
Bu cevap anında Hürriyet.com.tr’de yayınlanıyor. Durum Sevigen’e iletiliyor. Sevigen seçim otobüsünde bana şöyle diyor: Bunun cevabını vereceğim.
Ve cevap geliyor:
- Biz Başbakan’ın, bakanların servetini tabii araştıracağız. Hesap soracağız. Osman Pepe’nin oğullarının servetini de soracağız. Ama Osman Pepe eğer benim villam olduğunu ispat edemezse şerefsizdir. Evet, internet gazeteciliğinde olaylar saniyelerle gelişiyor. Bakalım bu şeref savaşı nereye varacak?