Bir AB bakanının ağzından ‘AB’ye neden giremeyiz’ in cevabı

BUGÜN Avrupa günü...

Ve biz tam 51 yıldır bu günün eşiğinde bekliyoruz.
Kapının önünde, cam kenarında, kimi zaman bahçede, sokağın köşesinde, tam 51 yıl.
9 cumhurbaşkanı gelmiş. 16 başbakan 41 tane hükümet kurmuş. Hepsinin programında AB üyeliği var. Ve hâlâ bekliyoruz...
Niye?
Bu sorunun cevabını AB’nin en güçlü ülkelerinden birisinin bakanı fısıldıyor.
Kime?
- Devlet Bakanı Egemen Bağış’a...
Aynen aktarıyorum.
AB Bakanı, Bağış’ı konuk ediyor. Şehrin en güzel lokantalarından birisinde bir akşam yemeği... Dostça bir ortam, eldivensiz bir sohbet...
Bir ara ev sahibi bakan başını kaldırıp derin bir nefes alıyor ve diyor ki:
- Egemen Bey; AB’yi biz kurduk, adeta bizim bebeğimiz. Su an en etkili ve söz sahibi ülkelerden biriyiz. Siz üye olduğunuzda bizim önümüze geçeceksiniz.
- Nasıl yani?
- Yani bütçede, karar mekanizmalarında, Avrupa Parlamentosu’nda, komisyondaki bürokrat sayısında bizden daha fazla söz ve yetki sahibi olacaksınız. Bu nüfusla her açıdan önümüze geçeceksiniz. Sizce bunu kabullenmemiz kolay mı?
Egemen Bağış, gülerek cevap veriyor:
- Ne yani, AB içinde de Birleşmiş Milletler’deki gibi Güvenlik Konseyi daimi üyeliğine benzer bir sistem kurup diğer kurucularla beraber veto hakkı mı istiyorsunuz?
İşte perdenin arkasını aydınlatan cevap:
- Bu dediğiniz teknik olarak mümkün değil ama sizin müzakere sürecinizin uzatılması mümkün.
Belki birçok diplomatın ya da konuyu yakından izleyenlerin bildiği bir gerçek bu. Ama , AB’nin önemli bir bakanı tarafından Türkiye’nin başmüzakereci bakanına söylenince farklı oluyor. Bu sohbeti Egemen Bağış’a sordum.
“Evet” dedi, “doğru duymuşsun, o bakan aynen böyle dedi. İnsan bildiği bir gerçeği bu kadar keskin bir şekilde duyunca Bizans oyunlarını daha iyi anlıyor...”
Aslında kimse birbirine söylemiyor, siyasetçi susuyor, açıklanmıyor, konuşulmuyor ama 51 yıldır önünde beklediğimiz kapıyı duvar yapan gerçek işte budur.

İKİNCİ YAZI

Sizin göremediğiniz bir şey oluyor orada

KILIÇDAROĞLU ile yaptığım gezinin detaylarını pazartesi günü aktaracağım demiştim.
Edindiğim izlenim şu:
Güneydoğu’da seçim güvenliği konusunda CHP yönetimi endişeli.
Son günlerde yaşanan olaylar, toplu gösterilerin yaygınlaşması ve BDP’den Aysel Tuğluk’un yaptığı uyarı endişeleri artırmış durumda...
Nasıl mı?
Doğan Haber Ajansı, Güneydoğu’dan her gün dakikalarca görüntü akıtıyor. Ben dehşetle izliyorum. Siz göremiyorsunuz.
Çünkü hiçbir TV kanalı o görüntüleri yeterince aktarmıyor.
Belki de bir “infial olmasın”, “moraller bozulmasın” diye göstermiyorlar. Haklı da olabilirler.
Ama sonuçta orada bir şeyler oluyor. Ve bu durum CHP yönetiminde ciddi bir endişeye dönüşmüş. Gürsel Tekin bunu açıkça söylüyor. Peki CHP yönetiminde endişe yaratıyor da, AK Parti’de yaratmıyor mu?
Bana göre hem AK Parti’de hem de devletin en üst kademelerinde bu gelişmeler ciddi bir kaygıyla izleniyor.
Peki nedir bu endişe verici gelişmeler.
Size yalnızca önceki gün Mardin Kızıltepe’den gelen bir görüntüyü örnek veriyorum.
Hurriyet.com.tr’de bu dehşet görüntülerini, isyanın ne noktaya geldiğini bulabilirsiniz.
Yer bir ilkokul...
Çocuklar bahçeden okula giderken aniden bir saldırı oluyor. Yüzlerce kişi okula yükleniyor. Taşlar, sopalar, demir çubuklar, molotofkokteylleri. Okulun demir kapısı kırılıyor.
Öğretmenler çocukları kurtarmak için çabalıyor ama tam bir kaos.
Çocuklar nereye kaçacaklarını bilemiyor. Bu arada bir kadın öğretmen bayılıyor.
O sırada dışarıda lastikler yakılmış, cam çerçeve iniyor. Ve polis yok. Devlet yok.
Ben bu görüntülerini izlerken dondum kaldım. Ne hale gelmişiz bile diyemedim.
Benzeri görüntüler bölgenin her yerinden her gün geliyor.
Siz göremiyorsunuz.
DİKKAT!
Ama mesele yalnızca bu görüntülerden ibaret değil ki.
BDP’li Aysel Tuğluk’un şu sözleri bu görüntülerle birleşince ne demek istediğimi daha iyi anlarsınız. Tuğluk diyor ki:
“Kürtler hükmünü vermiştir. Devletle olmuyorsa, halkımız kendi demokrasisini kuracak ve kurduğu bu sistem içinde yaşamasını bilecek kadar örgütlüdür. Bu statüsüzlük durumu daha fazla devam edemez. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez. Ancak bir statü kazanılacak ve ne pahasına olursa olsun savunulacaktır.”
Ve Demokratik Toplum Kongresi’nden Tülay Özdemir:
“Suriye’de yaşanan gelişmeler Kürdistan’ın bu parçası açısından önü alınamaz bir sürecin habercisidir. Kongremiz Suriye rejimine halkımızın demokratik haklarını tanıma ve öz yönetimini kabul etme çağrısı yaparken, Kürt halkına da demokratik direnişini yükseltme, sonuna kadar mücadelesine sahip çıkma çağrısı yapmaktadır. Bu bağlamda tüm Kürt parti ve örgütlerini içinden geçtiğimiz stratejik süreçte rol alma ve ulusal birlik esprisiyle hareket etme, Kürtlerin statüsünü inşa etme sürecine katılma çağrısı yapar.”
Libya’da Kaddafi’ye, Mısır’da Mübarek’e “bırak” diyen Türkiye, şimdi Suriye’de ne yapacak?
Tuğluk ve Özdemir’in Suriye ve Mısır hatırlatması, Suriye’deki Kürtlere yönelik sözleri ne anlama geliyor?
İnatla, baskıyla, yok saymayla, inkarla, zulümle, işkenceyle, olağanüstü hallerle ve terörü besleyen şiddetle nereye gelindiğinin farkında mısınız?
Bu sorunun bir cevabı var mı sende Ankara?

ÜÇÜNCÜ YAZI

Çöpe giden milyonlarca oy

YİNE oylar çöpe gidecek. Yine sandığın dışına itilen seçmenler.
Yine aynı tartışma. Yine aynı adaletsizlik.
Günlerdir yazıyorum, televizyonlarda söylüyorum:
- Yüzde 10 barajı demokrasiyi hırpalıyor. Sakatlıyor. Seçime olan inancı kırıyor.
Çünkü yüz binlerce oy çöpe gidiyor. Seçmen iradesi Meclis’e tümüyle yansımıyor.
Nasıl mı?
İşte Hakkari:
Son genel seçimde bağımsızlara 49 bin 560 oy çıkmış. İkinci büyük oy alan AK Parti 29 bin 513 oy almış.
Sonuç: AK Parti 2 milletvekili çıkarmış. Bağımsızlar: 1 milletvekili...
Hakkari’de böyle de Diyarbakır’da farklı mı? Ya da İstanbul’da...
Mesela Diyarbakır’da 2007 seçimlerinde bağımsızlar toplam 219 bin 779 oy almışlar.
İkinci toplam en yüksek oy AK Parti’nin: 191 bin 214.
Bağımsızlar 4 milletvekili çıkartmış. Daha az oy alan AK Parti 6 milletvekili çıkartmış...
İşte sorun budur. Yüzde 10 barajının boşa giden oylar sistemi budur.
Ve yıllarca büyük partiler bu sistemden faydalandılar. AP’den CHP’ye ANAP’tan Doğru Yol’a kadar hep bu adaletsizliğin üzerine yattılar. Şimdi de AK Parti yatıyor.
Siyasi Partiler halkın iradesinin üzerine işte böyle çıkıyorlar. Siyaset bu nedenle halktan kopuyor. Çünkü bu sistem diyor ki, kimi seçeceğin önemli değil, ille de bir partiye oy vereceksin. Yani liderlerin belirlediği, halkın seçmediği vekillere oy vermek zorundasın...
Yani liderlerin iki dudağı arasında el kaldırıp indiren lidervekillerini seçeceksin. Peki bu güdük demokrasi yakışıyor mu bize?
Yazarın Tüm Yazıları