Ankara’ya bir sihirli flüt değerse ne olur?

KUĞULU Park’tan Resim Heykel Müzesi’ne, Kale’nin ara yokuşlarından Sakarya kitapçılarına doğru bir zaman tüneli kazıyorum.

Haberin Devamı

Kolay değil.

Derin rock barların, türkü sahnelerine karıştığı kaçak kaldırımlar kenti bu.

Köşe başlarında mahcup gitarlar, trafolarında “yasadışı afişler”, duvara kazınmış senaryo artıkları, tiyatro isimleri...

Yarısı yırtılmış konser biletlerinin toplandığı bir meydan.

Bilge Karasu’nun “göçmüş kediler bahçesi”, Yeşilyurt Sokak’ta bekleyen Enis Batur.

Set Kafeterya’da her pazar 11.00’de saatlerimizi ayarlayan Attilâ İlhan.

Göksu’da bir Cemal Süreya. Esat’ta bir teras. Teras’ta bir Füsun Altıok. Ve bizi boş kâğıtlara telsiz zımbalayan bir Metin Altıok.

Akif Kurtuluş’un adliye koridorlarına düşürdüğü dizeleri. Hasan Bülent Hoca’yla İsmet Özel’i karşıladığımız RV.

Gençlik Parkı’nda Müslüm Baba’yı çaylı konyakla jiletleyen; Senfoni Orkestrası’nın başında neden Cumhurbaşkanlığı yazdığını hiç sormadan sabah sabah Mozart’ı dinleyen; Sevda Cenap’tan başka klasiği, “uçan süpürge”den başka film festivali kalmayan bir kent bu.

Haberin Devamı

Ve bakıyorum; kutuplardan yeni kopmuş bir ıssızlık gibi duruyor şimdi. Kabuk bağlıyor. Sesi kesiliyor.

Bir uçurtmanın bulutlara en yakın noktasında atan o afacan nabzına sanki gizli bir susturucu takılmış.

Boynundaki savruk atkı, koyu renk bir cezaya dönüşmüş.

“Ankara” diyorum...

“Farkında mısın? Sesini bir mahzene kapatmışlar.”

“Ankara” diyorum ama bir başkentten söz etmiyorum.

Resmi sokaklardan değil.

İri siyah makam arabalarının flamalarını sallaya sallaya geçtiği protokol yolundan...

Milli Güvenlik Kurulu toplantılarından, siyah takım elbiseli koşuşturmalardan, siren sesli siyasetten, kriz kafalı gazetecilerden hiç değil.

Çünkü sözünü ettiğim kent bir “başkent” değil.

Belki de gençliğimizdeki “sonkent”...

Ritmi, notası, sesi olan bir kent.

Ve kazdığım o tünelden bakınca görüyorum ki; bütün festivallerini tüketmiş, kıvrılıp kalmış bir şehir, gözlerimizin önünde kuruyor.

DÜN ARADI BENİ

İşte tam bu sırada göründü “Sihirli flüt”.

Tünelin öteki ucundan dedi ki Şefika Kutluer:

“Ankara’da yaşayan bir sanatçı olarak artık bu terk edilişe dayanamıyorum. Ve işte bu yüzden tek başıma bir festival düzenliyorum.”

Devletsiz bir festival.

Haberin Devamı

Tek başına. Neredeyse bir kent macerası gibi.

23 Eylül’de Versailles Sarayı’ndaki müzik sergisiyle açılıyor.

Sonra  Paris Sinfonieta orkestrasının konseri.

İlber Ortaylı Hoca’dan Osmanlı’da Avrupa’yı etkileyen sanat.

Sonra Praq Virtüözleri. Sonra doğunun ritmi Burhan Öçal.

Sonra Yıldız Kenter. Ve Avrupa Birliği Oda Orkestrası.

Yunus’tan Mevlânâ’ya. Itri’den Dede Efendi’ye uzanan o içli ve derin yelpaze.

Şimdi bu yazıyı okuyup da; “Peki bir gün bir sihirli flüt kurumakta olan bir kente değerse ne olur?” diye soran çıkarsa eğer; “İşte” derim kazdığım tünelin ucundan;

“işte o zaman o kentin bütün ölü şairleri ayaklanır.”

Bravo Şefika Kutluer. Uzakta da kalsak Ankara’dan.

Tam yanındayız.

Yazarın Tüm Yazıları