Paylaş
Abdullah Öcalan'ın mahkemedeki tavrı ilginç. Göbeğini kaşıyarak ahkám kestiği günlerden çok uzak.
Teslim olmuş vaziyette.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti karşısında eğilmiş.
Yolun sonunda olduğunu biliyor.
Aslında Apo'nun bu tavrı yeni değil.
1996 yılından beri aynı durumda.
Çıkış kalmadığının uzun süredir bilincinde.
‘‘Nereden girdim bu işe’’ tavrında.
Bu yüzden mahkemede teslimiyetçi tavır izliyor.
Öncelikli hedefi canını kurtarmak.
Sözde PKK davası, şimdi can davası halinde.
‘‘Beni asmayın ki barış olsun’’ diyerek barışçı olmaya çalıştığını gösteriyor. Ancak aynı cümle tehdit de içeriyor.
Apo ilginç bir savunma yapıyor.
Savunma siyasi gibi görünmemekle beraber aslında siyasi.
Avrupa'ya mesaj yolluyor.
Diyor ki, ‘‘Ben burada siyasi savunma yapardım ama size güvenmiyorum. Siz beni sattınız. Bana siyasi sığınma hakkı vermediniz. Bu nedenle burada siyasi savunma yapmamın bir anlamı yok. Siyasi savunma yapmadığım zaman ise savunma yapmam mümkün değil. Ne diyeceğim? O yüzden savunma yapmıyorum.’’
Apo'nun sözleri bunlar değil, ama söylediklerinin meali bu.
‘‘Yaşayayım ki barışa katkım olsun’’ diyerek halen PKK lideri olduğunu vurgulamak amacında.
Apo'nun öncelikli amacı yaşamak.
PKK falan umurunda değil.
PKK dışı bir siyasi kişilik edinmeye çalışıyor.
Şehit ailelerinin acısını paylaştığını söylüyor.
Fakat ilginç bir nokta var. Şehit ailelerinden ‘‘özür’’ dilemiyor.
Dün Apo'nun konuştuğu bölümü defalarca izledik.
Özür dilemiyor.
İnce bir nokta.
Özür dilese, bütün ölümlerin sorumluluğunu almış olacak.
Özür dilemeyerek, kendini değil, konjonktürü suçlu gösteriyor.
Sanki konjonktür onun dışında gelişmiş gibi.
Apo çok stratejik davranıyor.
İlerleyen günler için yolları açık bırakıyor.
Bütün bunlara karşın, bitik. Bitik olduğu çok belli. Kuyruğu dik tutmak gibi bir derdi yok.
Sadece canını kurtarmak için gerekli olan yolun hangisi olduğunu bulmaya çalışıyor.
Onu bir bulabilse, daha da alçalacak.
Avukatlarının niyeti Apo'yu astırmak
İlk celse gösteriyor ki, Abdullah Öcalan ile avukatlarının niyetleri çok farklı.
Apo kelleyi kurtarmak, avukatları ise PKK olayını uluslararası bir sorun haline getirmek için mahkeme sürecini kullanmak amacında.
Apo'yu sözde savunacak olan avukat grubu öyle bir tavır içinde ki, Öcalan asılsa daha memnun olacaklar.
Emin olun ki öyle.
Eğer hákim ilk celsede çıkıp, ‘‘Savunma mavunma yok. Biz bu adamı asıyoruz’’ dese, Apo'nun avukatları zil takıp oynarlardı.
Avukatlar, Apo'dan artık hayır gelmeyeceğini biliyorlar.
Bir şekilde ölse de Türkiye, dünya kamuoyunda zora düşse diye oradalar.
Bu nedenle hem mahkemeyi, hem de Türkiye'de kamuoyunu tahrik etmek için ellerinden geleni yapacaklarını tahmin ediyorum.
O salonda Apo'nun asılmasını veya ölmesini şehit ailelerinden, sizden, benden daha çok isteyenler emin olun ki Apo'nun savunucuları.
Önümüzdeki günler bunların şovlarına sahne olacak.
Herkes bunların Abdullah Öcalan'ı nasıl savunacaklarını merak ediyordu.
Dün ortaya çıktı ki, avukatlarının böyle bir niyeti yok.
Bütün basın suç işliyor!
Öcalan'ın yargılandığı duruşmaların televizyonlarda yayınlanması ilginç bir hukuk ikilemini ortaya çıkarıyor.
Biliyorsunuz ki, Terörle Mücadele Yasası'nın 8. maddesi, terör örgütü üyelerinin sözlerinin, demeçlerinin, açıklamalarının yayınlanması konusunda kısıtlamalar getiriyor.
Ve bunların yayınlanması terör örgütünün propagandası sayılıp bunu yapan televizyonlar kapatılıyor, bunu yapan gazeteciler hapse atılıyor.
Niyet önemli değil.
Terör örgütünün üyelerinin sözlerini yayınlamak yasak. Ancak dün bütün televizyonlar, radyolar ve bugün gazeteler Öcalan'ın sözlerini yayınladılar.
Eeee!
Nerede TMY?
Yasada ‘‘Mahkemede söylediği sözler yayınlanabilir’’ diye bir şey yok.
Diyebilirler ki, ‘‘propaganda amaçlı sözlerin yayını yasak’’.
Doğru...
Peki Öcalan'ın mahkemedeki sözlerinin bir nevi propaganda olmadığı nereden belli?
Bunun takdirini kim yapıyor?
Diyeceğim o ki, eğer Oral Çalışlar mahkûm olduysa, bugün de bütün televizyonların kapatılması ve sorumlularının mahkûm olması gerek.
Benim bildiğim hukuk bunu gerektiriyor.
Can tatlı ama para etmiyor
APO'nun tavrı teslimiyetçi.‘‘Bırakın hizmet edeyim. Bırakın barışa katkıda bulunayım’’ diyor.
Geçti Bor'un pazarı, sür eşeğini Niğde'ye.
Kurulduğu 1978, eylemlere başladığı 1984 yılından bu yana 30 bin insanın ölümüne neden olmuş PKK.
Türkiye'ye doğrudan maliyeti 100 milyar dolar.
Yani Türkiye'nin toplam dış borcu kadar.
Bu para 20 yılda yatırıma harcansaydı, dönüşümü ile en az 300 milyar dolar olurdu, o ayrı hesap.
Türkiye'ye uluslararası planda vurduğu darbeyi ise hesaplamak mümkün değil.
Şimdi, ‘‘Ben ettim, sen etme’’.Ne güzel değil mi?
Fakat bir gerçek var ki, Apo'nun canı bu kadar kıymetli değil.
Değil 100 milyar dolar, 100 cent etmez.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Televizyon habercileri için haber, reytingden önemli olduğu zaman.
Paylaş