Yerel yönetim reformu oldu bittiyle olmaz

GENEL Yayın Yönetmenim Ertuğrul Özkök, yerel yönetimlerin yetkilerinin artırılması ile ilgili düzenlemeyi ‘‘heyecan verici’’ bulmuş olmalı ki, önceki gün köşesini bu konuya ayırmış.

Yerel dinamiklerin harekete geçmesinin siyasal yapıyı renklendireceğini ve insan kaynağını harekete geçireceğini düşünüyor olmalı.

Sorunların ‘‘yerel duyarlılıklarla’’ daha hızlı ve akılcı çözüleceğine inanmış gibi duruyor.

Bu düşünce tarzına ‘‘wishfull thinking’’ diyorlar. Bir anlamda iyimser ileri görüş.

Oysa ben Ertuğrul Abi'nin yanlış hatırlamıyorsam bir Karadeniz gezisinden sonra yerel yöneticilerin kendi kentlerini oy uğruna nasıl yağmalattığını, yüzyıl başında her biri birer San Remo, Portofino olan kentlerin ‘‘belediyeler’’ tarafından nasıl birer beton ve çirkinlik abidesi haline dönüştürüldüğünü yazdığını da biliyorum.

Yerel yönetim reformu Özkök'ün şikáyet ettiği bu durumu körükleyecek mi, yoksa durduracak mı?

Bilemiyorum.

Ancak yerel yönetim reformuyla birlikte bir de ‘‘Denetim Reformu’’nun gerekli olduğunu Özkök'ün geçmiş yazıları gösteriyor.

Ama ya işin popülizm boyutu.

Belde belediyelerinin Türkiye'de kentleşmeye vurdukları darbe ortada.

Yerel yönetim reformu bunları nasıl kontrol altına almayı düşünüyor?

Yoksa her seçim döneminde ‘‘yerel imar afları’’ mı gelecek!

Yerel sorunların yerinden çözümü kulağa hoş geliyor.

Ya yerel parlamentoların denetimi?

Açıkçası Yerel Yönetim Reformu çok ciddi bir iş.

İyi niyetli bir iktidar bunu bir oldu bittiyle değil, toplumun ‘‘iyi niyetli’’ bütün kesimleriyle tartışarak yapabilir.

Çünkü bu ya çok iyi olur, ya da berbat.

Ortası olmaz.

Ya Marmara bağımsızlığını isterse?

EYALET sistemi gerçekten ‘‘öcü’’ mü? Bir ülkede eğer ekonomi dengeli değilse, ülke kaynakları adil paylaşılmamışsa, bölgeler arasında müthiş bir gelişmişlik farkı var ise eyalet sistemi ‘‘öcü’’ değil, karabasan bile olabilir.

Eyalet sistemini tartışırken Türkiye'nin bugünkü haline bakmak lazım.

Türkiye ekonomik açıdan homojen olmayan bir ülkedir.

Bölgeler arasında müthiş farklılıklar var.

Türkiye eyaletlere bölündüğü zaman bir yanda kişi başı geliri 15 bin dolar olan eyaletler ortaya çıkarken, diğer yanda kişi başı geliri 300 doları bulmayan eyaletler olabilecek. Çekoslovakya'yı bölen gerekçe etnik olmaktan çok benzeri bir ekonomik dengesizliktir.

Türkiye'nin bugünkü durumunda eyalet sistemini tartışmaya başlamak bile müthiş bir kaosa girmemize neden olabilir.

Marmara eyaleti Avrupa'nın saygın bir üyesi olma şansını, Doğu Anadolu Eyaleti'nin gelişmesine kurban etmek istemeyebilir.

Bugün aklımıza bile gelmeyen ayrımlar Türkiye'yi çok farklı tartışmalara taşır. Bölgeler arası sosyal farklılıklar, bir süre sonra ‘‘çok hukukluluğun’’ yolunu açabilir.

Eyalet lafı içinde bulunduğumuz coğrafyada tehlikelidir.

Bugünkü şartlarımızda herhangi bir başka gerekçeyle dahi telaffuz edilecek kelime değildir.
Ha sergi, ha siyaset

ALİNUR Velidedeoğlu ile konuşuyoruz. Sergisinin nasıl gittiğini soruyorum.

‘‘İyi, çok iyi’’ diyor ve ekliyor: ‘‘Basın aleyhte yazdıkça daha iyi oluyor.’’

Bazı yazarlar sergiyi görmeden aleyhte yorumlar kaleme almışlar.

‘‘Sadece bir yazarın aleyhteki yazısından dolayı gelen 20 kişiyle tanıştım’’ diyor Velidedeoğlu.

Açıkçası sergiyi gezmedim. Hakkında yorum yapamam. Gazetelerde gördüğüm fotoğraflara dayanarak ‘‘farklı’’ bir şeyler yapılmaya çalışıldığını söyleyebilirim.

Farklı ve yaratıcı olan her şeyin saygıdeğer olduğuna inanırım.

Velidedeoğlu'na ‘‘Peki kötü yorumları okuyup gelenlerin kendi yorumları ne oldu?’’ diye sordum. Pek çoğu sergilenen eserleri veya en azından serginin konseptini beğenmiş.

Konunun bizi ilgilendiren tarafı da işte tam burası.

Düşünüp duruyoruz, basının saygınlığı neden erozyona uğruyor diye. İşte bu yüzden. Farklı olana saygı göstermiyoruz. Yapılan işe değil, o kişiye olan sempatimize veya antipatimize göre yorum yapıyor, yazı yazıyoruz.

Kişiden kişiye farklılık gösterebilecek konularda dahi monotip arayışına giriyoruz.

Herkesin bizimle aynı beklenti içinde olması gerektiğini düşünüyoruz. Siyaseti yorumlarken de, sanatı yorumlarken de bu tavrımızı değiştirmiyoruz.

Sonra da saygınlık arıyoruz.

Daha çoook ararız.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Kendi boş zamanımızı, başkalarının da boş zamanı zannetmediğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları