WOLFOWITZ,Grossman ve Perle'ün açıklamaları, bu köşenin okurları için ‘‘şaşkınlık verici’’ olmadı.
Çünkü tezkerenin reddedildiği günden bu yana bu görüşlerin hepsi burada yazıldı.
Çünkü Amerikalılar bu görüşlerini ‘‘gizlemediler’’.
Tam aksine bilinmesini istediler.
İlişkilerin rayına girmesi için, gerçeklerin kabul edilmesi gerekiyordu.
Ancak Türk tarafı bu gerçeklerden kaçmayı tercih etti.
Dışişleri Bakanı Gül, Amerikalı meslektaşı Powell ile ilişkilerin iyi olduğunu tekrarlayıp durdu.
Wolfowitz'in açıklamalarından bir gün önce yaptığımız konuşmada kendisine ‘‘En azından Savunma Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'ye bakışlarında farklılıklar var’’ dedim.
O da bunu kabul etti, ancak hálá ‘‘iyimserdi’’.
Wolfowitz ‘‘şok tedavi’’ yöntemiyle bu iyimserliği ortadan kaldırdı.
Türkiye'nin kafayı kuma gömerek dış siyaset yapma ve bunun doğruluğuna kendi kamuoyunu inandırma süreci de böylece sona erdi.
ABD, askere neden yüklendi?
WOLFOWİTZ'in açıklamalarında ilişkilerin bozulması ile ilgili kırgınlık dile getirilirken, belki de Türk-Amerikan ilişkileri tarihinde ilk kez askerlerle ilgili olarak da ‘‘hayal kırıklığı’’ belirten ifadeler kullanıldı.
Amerikan Savunma Bakanlığı, Türk Genelkurmayı'nı tezkere konusunda ‘‘yeterince ağırlık koymamakla’’ suçluyordu.
Bu suçlamanın gerekçesi neydi?
Gerekçe tezkere oylaması öncesi yapılan Milli Güvenlik Kurulu'nun perde arkasında yatıyordu.
Bir önceki MGK toplantısında tezkere ile ilgili ‘‘umut verici’’ ifadeler kullanan MGK'nın, oylama öncesi yapılan toplantısından sonra açıklanan bildirisinde ‘‘tezkere topu’’ parlamentoya, daha doğrusu AKP'ye atılıyordu.
O günlerde MGK'nın bu tavrı benimki de dahil olmak üzere bazı köşelerde eleştirildi.
Peki topu iktidara atan bu MGK'nın perde arkasında neler yaşanmıştı?
Bu kritik MGK öncesi AKP kurmayları ‘‘siyasi bir manevra’’ yaparak toplantıdan önce yapılması gereken tezkere oylamasını, toplantı sonrasına ertelediler.
Çünkü AKP yönetimi ABD'nin uyguladığı baskının farkındaydı.
MGK'da tezkerenin çıkması yönünde bir karar alınacak ve taban baskısından dolayı tezkereye açıkça sahip çıkmaktan çekinen AKP ve hükümet ‘‘Bizim günahımız yok. MGK kararı’’ diyecekti.
MGK'nın asker kanadı bu siyasi manevraya başka bir manevrayla karşılık verdi. Toplantıya katılanlardan biri daha sonra MGK ile ilgili şöyle yakınacaktı:
‘‘Ben komutanların bu kadar sessiz olduğu bir başka MGK görmedim.’’
MGK'nın üniformalı üyeleri, bir önceki MGK'da söylenenden öte bir şey söylemelerinin mümkün olmadığını belirterek sustular.
Sivil üyeler ise ‘‘bir karar’’ için ‘‘bastırdılar’’.
Bu baskı sonuç getirmedi.
Tam aksine, gerilimi arttırdı.
Yine bir MGK üyesi toplantı sonrası, bir AKP yöneticisine ‘‘Cumhurbaşkanı neredeyse bizi fırçalayacaktı’’ diye dert yandı. Çünkü Cumhurbaşkanı sert bir çıkış yapmış ve ‘‘Burası bir karar değil, bir istişare organıdır. Siyasi sorumluluğunuzu bu kurulun üzerine yıkmaya çalışmanız doğru değil’’ demişti.
Seçilmiş AKP, kamuoyuna rağmen alınacak kararın sorumluluğunu Milli Güvenlik Kurulu'na yıkmak istemiş, MGK ise buna izin vermemişti.
Tam aksine kimliği bilinmeyen bir askeri yetkili kolay kolay kandırılamayan bir gazeteciye ‘‘askerin tezkereye karşı olduğu’’ yolunda bir bilgi sızdırdı.
Gerçi bu bilgi aynı gün geç saatlerde de olsa yalanlandı ama bilgi dedikodu mekanizmasına girmişti bile.
Bu gelişmelerin hemen ardından yapılan oylamada tezkere Meclis'ten geçmedi.
Karar Pentagon'u zıplattı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Özkök'ün, tezkerenin reddinden sonra tezkereye verdiği destek bir işe yaramamış görünüyor. Bu nedenle ABD'nin kırgınlığı çok yaygın.
Ama çok da önemli değil.
Zaman her şeyin ilacıdır.
Bölgede Türkiye'den başka ‘‘adam gibi devlet’’ olmadığı için de bu süre çok uzun olmaz.
İzmir'deki okul ne oldu Dinç Bey?
‘‘1.2 milyar dolara kaç okul yapılır?’’ diye sormuş ve devlete yüz milyonlarca dolar borç takan Dinç Bilgin'in ayıplarını bir okul yaptırarak kapatamayacağını ima etmiştim.
Turgay Ciner hemen aradı.
‘‘O okulu ben yaptırıyorum. Zaten düzenli bir biçimde okul yaptırıyorum. Şimdi projelerimizden birini erteleyip, onun yerine yıkılan bu okulu yaptıracağım’’ dedi ve ekledi: ‘‘Sakın yanlış anlama, yazman için değil, bilgin olsun diye söylüyorum.’’
Yazacağımı söyledim. ‘‘Yazmasan da olur’’ dedi.
‘‘Peki Turgay Bey’’ dedim. ‘‘Okul maliyetleri hakkında bir fikriniz vardır. 1.2 milyar dolara kaç okul yaptırılabilir?’’
Güldü. ‘‘En azından 1000 okul yaptırılır. Hatta 1200 tane bile yaptırılabilir’’ dedi.
Telefonu kapattık.
O sırada faksımdan bir yazı çıktı.
İzmirli bir vatandaş dert yanıyordu. Dinç Bilgin Bornova'da, herhalde annesinin adı olan, Necmiye Bilgin İlköğretim Okulu'nun inşaatına başlamıştı. Ancak 3 yıldır okula tek bir çivi bile çakılmıyordu ve inşaat bir mezbelelik halinde duruyordu.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İmzasız şikáyet ve ihbarları dikkate almadığımı bazı okurlarım unutmadığı zaman.