Geçenlerde vurulan Erol Köse'yi yıllar öncesinden tanırım.
Komedi Dans Üçlüsü'nün komedyeni olduğu dönemlerden.
Sonrasında müzik yapımcısı oldu.
Uyanık, tatlı düzenbaz bir adamdı.
Zaman zaman sıkıntıya düşünce arardı. Ben de elimden geldiğince ona yardım etmeye çalışırdım.
Sonra Uzanlar'la tanıştı. Daha doğrusu Hakan Uzan'la..
Hakan Uzan, o zamanki eşi Yeşim Salkım'a müzik şirketi kurarken Erol Köse ile ortak oldu.
O günden sonra Erol Köse, Uzan biraderlerin ‘‘Mütemmim cüzü’’ haline geldi.
Hakan Uzan'ın yanından ayrılmıyordu. Eğlenceden çapkınlığa her işte birlikte oldukları söyleniyordu.
Erol Köse de birden zenginleşmişti.
Eski arkadaşlarına hava atarken otomobilinin bagajında 1 milyon dolarla dolaştığını söylüyordu.
Dediğim gibi Hakan Uzan'ın yanından ayrılmıyordu.
Ayrı düştükleri zaman da sık sık telefona sarılıp, Uzan kardeşleri arıyordu.
Bu aramalarla alay eden arkadaşlarına, ‘‘Sevgili patronumu arayıp yalakalık yapmam gerek’’ deyip gülüyordu.
Bu durum yıllarca sürüp gitti.
Uzan kardeşlerin has adamı haline gelen Erol Köse ile bu dönemde hiç görüşmedik.
Ne aradı, ne sordu, ne de eskiden olduğu gibi yardım istedi.
Hali, vakti, keyfi yerindeydi.
Sonra Uzanlar'ın işleri, Erol Köse'nin de Uzanlar'la arası bozuldu.
Sağda solda Uzan Ailesi hakkında atıp tutuyordu.
Vurulduğu günden bir gün evvel, yıllardır beni aramayan Erol Köse'nin beni arayacağı tuttu.
Telefonuna çıkmadım.
Ardından tanıdığı muhabir arkadaşlarıyla haber ve telefon numarasını yolladı.
Benimle görüşmek istiyordu. Söyleyeceği çok önemli şeyler vardı. Bunları bir tek ben değerlendirebilirdim.
Erol Köse öyle diyordu.
Aramadım.
Aramazdım, çünkü Erol Köse benim paramla beş para etmezdi.
Yıllarca Uzanlar'ın dibinde dolaşmış, onurunu onların ayaklarının altına sermişti.
Her türlü işlerini yapmıştı.
Ve şimdi arası bozulunca beni arıyordu.
Bana bilgi vermeyi teklif ediyordu.
Ama bu teklife evet demedim.
Ben düşmanımla bile ‘‘Şerefli’’ bir şekilde mücadele etmeyi severim.
Bu şekilde değil..
Erol Köse'yi aramadım..
Bir gün sonra vurulduğu haberi geldi.
Yine de üzüldüm.
Acaba o tatlı fırlama Erol, Hakan Uzan'la dolaşıp beraber yer, beraber içer, beraber çapkınlık yaparken aklından bacağından vurulmak geçer miydi hiç!
Fatih Camii’nden Nişantaşı kaç kilometre
Yılbaşı akşamı her zaman olduğu gibi evdeydik. 31 Aralık gecelerini evde geçirmeyi severim. Eş, dost toplanır yer içer muhabbet ederiz.
Gece yarısına doğru birisi, ‘‘Herkes Nişantaşı'na gidiyor. Çok güzel olacakmış. Gidip bir bakalım mı?’’ dedi.
Toparlandık düştük yola.
Nişantaşı'na çıkan yollar kapalı.
Otomobillleri bırakıp son birkaç yüz metreyi yürüdük.
Aman Allah o ne!
Havai fişekler patlıyor, spotlar gökyüzünü aydınlatıyor. Vali Konağı'nın yüz metre ilerisine konulmuş paltformda gruplar müzik yapıyor.
Ve ben diyeyim 10 bin siz diyin 30 bin kişi eğlenip dans ediyor. 1 yaşında bile olmayan bebek de var, 70'ini aşmış amca da.
Sokaklarda mangallar kurulmuş, tezgahlarda alkollü alkolsüz her türlü içki satılıyor.
Süper bir curcuna, müthiş bir eğlence.
Nişantaşı'nın Paris'ten, Roma'dan, Milano'dan, Londra'dan, Floransa'dan, New York'tan, Barcelona'dan, Madrid'den hiç farkı yok.
Bizim gruptan birisi, ‘‘Avrupa Birliği'ne girmişiz’’ bile dedi.
‘‘Nişantaşı girmiş’’ dedim.
Sabah işe giderken geçtiğim Kocasinan girmemişti, Habipler de girmemişti.
Yozgat ve Hakkari de girmemişti.
Ama Nişantaşı'nda eğlenenler arasında Kocasinan'dan otobüsle oraya gelen gençler de vardı, nüfus kağıtlarında doğum yeri olarak Yozgat veya Hakkari yazanlar da.
Birkaç gün önce Fatih Camii'nden gelen görüntülerle kararan içimiz, Nişantaşı'nda gördüklerimizle aydınlanıyordu.
Türkiye aslında buydu.
Hem Nişantaşı, hem de Fatih Camii'nin avlusu.
İkisinin arasında kuş uçuşu 10 kilometre ya vardı, ya yoktu.
İkisi de İstanbul'du.
İkisi de Türkiye'nin gerçeğiydi.
Birbirimize tahammül ederek yaşamayı öğrendikçe sorunumuz olmayacaktı.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En çağdaş rejimin, yurttaşlarını mutlu eden rejim olduğunu anladığımız zaman.