Tıpta etik ve hukuk kuralları yerleşmeli

EDİRNE’de 7 bebek, hastane koşullarının bozukluğu nedeniyle hayatını kaybetti.

Bunlar bizim için bir sayı. Ama gelin siz bir de o ana babalara sorun.

O bebeği 9 ay karnında taşıyan, odasını hazırlayan, giysilerini dolaplarına asan ve bebeğinin evine geleceği günü bekleyen ve hastanenin sorumsuzluğundan dolayı evlatlarını doğduğu gün kaybeden ana babaların hislerini anlamaya çalışın.Allah kimseye evlat acısı göstermesin. Hekimler de, hastaneler de hata yapabiliyor. Sonuçta onlar da insan. Hata yapıyorlar. Hatalarının sonuçları ise hayli vahim.

Bu hatalar ne yazık ki dünyanın her yerinde oluyor. Ama Türkiye’deki gibi olmuyor. Burada hata, yapanın yanına kár kalıyor.

Hatadan dolayı mağdur olan ise acısıyla baş başa bırakılıyor.

Son haftalarda başlattığım bir tartışma var. Bazı hekim ve hastanelerin daha fazla kazanç uğruna hastalara gereksiz tedaviler uygulamasıyla ilgili.

Hem bu ‘gereksiz’ tedaviler, hem de hekim hataları sonucu hastaların uğradığı kayıplarla ilgili Türkiye’de ne yazık ki, ne etik, ne de hukuki kurallar oturmuş. Hekimlere saygımız sonsuz. Müthiş bir insanlık görevi yapıyorlar. Ama ya bu görevi layıkıyla yapmayanlar.

Hastalarının sağlığıyla oynayanlar... Onlara karşı Türkiye’de yeterli yaptırım var mı sizce!

Ne ‘Tabipler Birliği’nin, ne ‘İl Sağlık Kurulları’nın bu konuda bir talebi var, ne de talepleri olsa bile ellerinde bir yaptırım gücü.

Hastane hatasından göz göre göre canını, organını kaybeden insanlar yıllarca mahkeme kapılarında sürünüyorlar. Sonunda alabilirse üç kuruş tazminat alıyor, bazen de borçlu çıkıyorlar.

Göz göre göre hata yapan, para hırsıyla gereksiz tedaviler uygulayan hekimlerin şikáyet edilebileceği doğru düzgün bir merci bile yok.

İlgili kurullar genelde hekimlerden oluşuyor ve onlar da birbirlerini ‘kolluyorlar’. Kollamasalar bile verebilecekleri bir ceza yok. Bir hekime meslekten men cezası vermek mümkün değil. En fazla 3 ay ceza verilebiliyor. Ki, bu ceza bile uygulanamıyor.

Hál böyle olunca dikkatsizlik, paragözlük geçerli oluyor.

Olan da hastalara, hasta yakınlarına, analara, babalara oluyor.

Canaydın gitsin diyenler parmak kaldırsın

GALATASARAY
Başkanı Özhan Canaydın, ilk başkanlığından önce bir ‘arama konferansı’ düzenledi. Burada Galatasaray’ın geleceği projelendirilecekti. Konferans tam bir ‘geyik muhabbetine’ dönüştü.

Çıkan sonuç, 10 yılda 7 şampiyonluk ve 300 milyon dolarlık bütçe olarak açıklandı.

Güldüm. Niye 10 yılda 10 şampiyonluk değil, niye 500 milyon dolarlık bütçe değil diye takıldım.

Öyle ya, buna nasıl ulaşılacağıyla ilgili tek bir satır yoktu. Açık tribün taraftarı beklentisi düzeyinde bir arama olmuştu.

Başkan Canaydın’ı kulübe ilk getiren ve yönetime ilk girişinde benimle birlikte Ali Tanrıyar’a Canaydın’ı takdim eden Levent Yücel şöyle demişti o gün:

‘Benim bildiğim Özhan, bu konferansın sonuçlarını bir dosya yapar ama hiç açmaz. Yönetimi devrederken yeni başkana verip bunları bekliyoruz der.’

Tam öyle oldu.

Canaydın kendi aramasının sonuçlarını yok farz edip, spor kulübünü mektep derneği mantığıyla yönetmeyi tercih etti.

Ama çuvalladı. O kendi kendine ‘Kulübe saygınlık kazandırdık’ diyor. Gelsin kazandırdı mı, kaybettirdi mi bizim gibi sokakta dolaşan, tribünde bağıran Galatasaraylılara sorsun.

Ve bence madem böyle arama tarama işlerine meraklı, bir de anket yaptırsın. ‘Başkan olarak kalmamı isteyen var mı?’ diye sordursun. Bu anketten çıkacak sonuca göre de istifasını verip gitsin.

Bu arada mali durum nedeniyle yönetime talip olmaktan korkan Galatasaraylılara bir sözüm var.

Yönetimi devralmadığınız her gün Galatasaray’ın sorunları büyüyor. Özhan Canaydın’ın kaldığı her gün açık büyüyor.

Ya şimdi duruma el koyulacak ya da çok geç olacak. Galatasaray, Canaydın’ın yaptığı tahribatı 2 yılda onarır, 3 yıl sonra yine Avrupa’nın devlerinden biri olur.

Bu fikri paylaşanların bir an önce bir araya gelmesi kaydıyla...

AB kendiyle de kavgalı

AB’
yi alfabenin ilk iki harfi zannettiği halde AB üzerine ahkám kesmeyi kendilerine hak görenler yıllarca ‘AB, Türkiye’yi bölmek istiyor. Bizden talep ettiklerini başkasından alamazlar. Böyle durmadan müzakere ve pazarlık mı olur’ diye söylenip durdular.

Ben ise o dönemde hep şunu yazdım:

‘AB ülkeleri bizim kadar birbirleriyle de mücadele ederler. AB içinde sürekli bir değişim ve sürekli bir pazarlık vardır. Herkes kendi çıkarları doğrultusunda taleplerde bulunur. Bunlar sadece bize değil birbirlerine de sürekli zorluk çıkarırlar.’

İşte son zirve, bu yazdıklarımın doğruluğunun kanıtı oldu.

AET’nin kuruluş yıllarında olduğu gibi Fransa ve İngiltere bir kez daha karşı karşıya geldiler. De Gaulle döneminde yıllarca AB’ye alınmayan İngiltere, şimdi AB’den bir kez daha dışlanıyor.

Yine büyük pazarlıklar, yine para kavgaları, çıkar çatışmaları... Fransa, elinden gelse İngiltere’yi AB’den atacak. Bu arada İngiltere bir yandan Türkiye’nin üyeliğine büyük destek veriyor, diğer yandan yaptığı bütçe çıkışıyla Türkiye’nin üyelik görüşmelerine büyük darbe vuruyor.

Görüleceği üzere AB içinde herkes kendi çıkarlarının kavgasını veriyor ve kimse kimsenin umurunda değil. Son zirvede yaşananlar, Türkiye’deki bazı kafaların AB mantığını daha iyi anlaması için ciddi bir ‘tecrübedir’.

Tabii anlamak isteyene.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Otomobil kullanmayı bile beceremeyenlere TIR emanet etmediğimiz zaman.
Yazarın Tüm Yazıları