Paylaş
Adaletin kefesine pislemişler...
Geçen hafta Kutlu Savaş'ı aramıştım... Önümüzdeki hafta yeniden başlayacak olan Teke Tek programının ilk konuğu olmasını istemek için...
Reddetti... Kibarca... Ekrana çıkarsa, yapmakta olduğu önemli görevin yıpranacağını düşünüyordu...
Uzun uzun konuştuk...
Devleti yıpratan pek çok konunun aydınlığa çıkmamasının halkı umutsuzluğa sevk ettiğini anlattım...
Hak veriyordu ama, bir gerekçesi vardı. Şöyle diyordu:
‘‘Haklısınız ama, yaptığımız iş son derece güç bir iş... Hemen hemen hiç bir kurumdan destek alamıyorum. İstenilen bir bilginin, bir evrağın elimize ulaşması günler, haftalar sürüyor. Sırf bu nedenle görev yaptığım büroyu değiştirip, bilgiye daha kolay ulaşabileceğim bir yerde oturmaya başladım. Elimize ulaşan her şeyi doğru kabul etmiyor, defalarca değişik kaynaklardan araştırıyoruz. Bu da yavaş ilerlememize neden oluyor...’’
Kutlu Savaş'ın sözleri devlet içindeki sıkıntıyı da gözler önüne seriyordu...
Aslında buna sıkıntı değil, zafiyet demek daha doğruydu... Bilgi vardı ama, en üst organlardan ve makamlardan bile gizleniyor, savsaklanıyordu. Başbakan adına yetki kullanan Savaş'a bile gereken bilgiler verilmiyordu... Savaş'ın telefonda söylediği son sözler ise etkileyiciydi ve cuma günü salıverilen sanıkların, neden salıverildiğini de ortaya koyuyordu:
‘‘Eksik, acele, üstünkörü yapılmış araştırmalar ve dosyalar suçluların işine yarıyor. Adalet yanılıyor, yanıltılıyor... Biz adaletin yanıltılmasını engelleyecek verileri de topluyoruz... Merak etmeyin yakında her şeyi, bir bir kamuoyunun gözü önüne sunacağız...’’
Bu konuşmanın ardından, Mesut Yılmaz'ın Susurluk'un üzerine gitmediğinden şikâyet eden yazılarıma ara verdim... Çünkü onun adına hareket eden Kutlu Savaş beni ikna etmişti ve süreye ihtiyacı vardı...
Bugün Kutlu Savaş'ın ilk bombası Hürriyet'in manşetinde patlıyor:
Polisin elinde görünen bazı silahlar kayıp... Buna aslında alışkınız... Ama bu kez durum ilginç... Çünkü daha önce kaybolanlar bir iki tabanca, bir kaç tüfekti...
Bu kez kaybolanlar bu kadar basit değil... Yalnızca suikast amaçlı kullanılacak bazı silahlar ve daha da önemlisi tanksavar ve lav silahları...
İnanılmaz değil mi?
Bunların kaybolması bir yana, polisin envaterinde görünmesi bile ilginç...
Polis tanksavarı ne yapacak?
PKK ile mücadele desen olmaz, PKK'da tank yok...
Komşu ülkelerle savaş desen olmaz... Ne arar polisin elinde tank savar? Hangi tankı savacak?
İşin daha da rezil tarafı, bu tanksavarlar artık polisin elinde de değil... Kayıp...
Vay anam vay...
Bu arada Kutlu Savaş Emniyet'te 5 müfettişin bu olayı örtbas etmek için çalıştığını da tespit etmiş ve açıklıyor...
Vay babam vay...
Bütün bunlar olurken de, üç beş yalancı pehlivan ortalıkta geziyorlar ‘‘Türk Adaleti'nin zaferi’’ diye...
Kantarın altına ağırlık bağlarsanız, adaletin terazisi de şaşar be utanmazlar...
Böyle bahane olur mu sayın Başbakan?
Mesut Yılmaz bana kızgın... Hem de çok... Açıklamalarından bunu anlıyorum...
Benim Türk Hava Yolları'na atadığı kişilerle ilgili yazıma yanıt vermişler...
Ertuğrul Özkök'ün dünkü yazısında bu yanıtı ve bana kızgınlıklarını okuyorum...
Mesut Yılmaz, Türk Hava Yolları'na eş, dost ve akrabayı atamasıyla ilgili olarak mealen şöyle diyor:
‘‘Çok iddia var. Şaibeli işler var. O yüzden oraya en güvendiğim yakınlarımı atadım...’’
Bu şu demek:
Türkiye'de herkes namussuz. Bürokraside de, toplumun genelinde de namuslu adam kalmamış. Yalnızca benim ailemde namuslu insanlar var... O yüzden böyle yapıyorum...
Hal gerçekten bu ise rezalet...
Hal bu değilse yine rezalet...
Türkiye'de yüzlerce önemli kurum var... Mesut Bey'in ailesi acaba bunların hepsinin yönetim kurullarına yetecek kadar geniş mi?
Geniş değilse ve buralara yakınlarını atayamayacaksa, o zaman diğer kurumlarda hırsızlık ve yolsuzluk mu olacak?
Yoksa bundan böyle Başbakan seçerken geniş aileli bir aşiret reisi mi arayacağız?
Olayın diğer bir yönü daha var. Ya yarın Tansu Çiller çıkıp ‘‘Ben de Özer'den başkasına güvenmediğim için her işimi ona yaptırdım’’ derse ne halt diyeceğiz...
Özal hanedanını ANAP içinde en çok eleştiren Mesut Yılmaz değil miydi?
Ya Özal da Mesut Bey gibi halisane niyetlerle yaptıysa bu işi...
Olmuyor Mesut Bey...
İnsan olarak gerçekten çok sevdiğim bir Başbakan'a böyle hatalar yakışmıyor...
Hele hele o hatalara bulunan bahaneler hiç!
Mağdur, iki kere mağdur
Elimdeki mektup ilginç...
Bir otobüszede... Geçen yıl Kamil Koç firmasının bir otobüsünde kaza geçirmiş... Kaza basına 7 ölü olarak yansımış. Daha sonra yaralılardan 10'u ölmüş...
Mektubu yazan okurum şanslıymış... Aylar süren tedavilerden sonra kurtulmuş...
Fakat hâlâ kazanın izlerini taşıyormuş... Birkaç estetik ameliyatla onlardan da kurtulacakmış inşallah...
Buraya kadarı ilginç değil elbette. Vakayı adiye... İlginç olan bölüm şimdi...
Kamil Koç firması müşterilerini sigorta ettirmediği için, bu okurum milyarları bulan tedavi masraflarını kendi karşılamış... Geçireceği ameliyatların masraflarını da kendi karşılayacak...
İşe bakın... Hem insanları öldür, yarala... Hem de tedavilerine karışma...
Ne ahlaka sığar, ne insanlığa...
İçişleri ve Ulaştırma Bakanları... Bu durum sizce normal mi?
Bence değil. Ahlakın, vicdanın tükendiği yerde yasalar devreye girmeli...
Ama, ahlak ve vicdan olmayınca, ne yazık ki yasa da olmuyor!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ
Adalet 6 harften ibaret olmadığı zaman...
Paylaş