Paylaş
Parti mi, yoksa çete mi?
DYP'nin çete bağlantıları olduğunu iddia ettiğimiz zaman bu partinin yönetiminden itiraz sesleri yükseliyordu.
Ancak DYP bir gizli örgüt, bir çete olduğunu dün itiraf etti.
DYP'li Meral Akşener dün birtakım kişilerin telefonlarını dinlettiklerini açıkladı ve bunun bantlarını dağıttı. Benim bildiğim siyasi partiler telefon dinlemez ve dinletmezler. Bu işler ya mahkeme izniyle devletin istihbarat örgütleri tarafından yapılır, ya da suç örgütleri, çeteler tarafından.
DYP devletin istihbarat örgütü olmadığına göre, ikinci sınıfa yani suç örgütü, çete kapsamına giriyor.
Bantlar Hürriyet Gazetesi yöneticilerinin telefon konuşmalarının kayıtlarını içeriyor.
Konuşmalarda herhangi bir ayıp yok. Bir gazetecinin, bir şirket yöneticisinin günlük sıradan konuşmaları.
Bu yüzden de açıklanmaları bu kişileri içerikleri açısından rahatsız edici bir unsur taşımıyor.
Ancak yine de hepimiz rahatsızız. Çünkü kendimizi tecavüze uğramış gibi hissediyoruz.
Çünkü içinde barındırdığı çete unsurlarıyla çeteleşmiş bir siyasi parti, fütursuzca insanların mahremiyetine giriyor. Telefonlarını dinliyor.
Çeteleşen bu parti, dünyanın her yerinde suç sayılan bir fiili gerçekleştirip telefon dinliyor ve dinletiyor. Sonra da bunları açıklıyor.
Utanmadan sıkılmadan...
Bu bantların açıklanması bizi rahatsız etmiyor. Ama bir partinin, insanların telefonlarını dinletecek kadar yoldan çıkmış olması, bunu itiraf etmekten çekinmiyor olması rahatsız ediyor.
Yasanın suç saydığı bir fiili yapmaktan çekinmeyenlerin, bu yasa tanımazlığı nereye kadar götüreceklerini tahmin etmek bile güç.
DYP yönetiminin yarın öbür gün kendilerine muhalif bir gazeteciyi öldürtmeyeceğinin garantisi yok.
Hatta diğer muhaliflere gözdağı vermek maksadıyla Meral Akşener'in bunu bir basın toplantısıyla açıklaması bile olası.
Şimdi Türk adaleti ve Türk emniyeti ciddi bir sınava giriyor.
Yasanın suç saydığı telefon dinleme işini gerçekleştiren DYP yönetimi, suçunu itiraf etti. Bunu yargı paklar.
DYP yönetimi ve bunlara yardım eden eski ve yeni emniyet mensupları, yargı önünde hesap vermek zorunda.
İstanbul güvensiz bir şehir
İstanbul'da kent eşkıyaları giderek artıyor. Kentin belirli bölgeleri ne yazık ki, devlete değil Allah'a emanet.
Otoyollarda, özellikle TEM'de seyahet etmek bir nevi kumar. Özellikle kadınlar için.
TEM'de otomobili durdurularak soyulan insanların sayısı bini aştı.
Hadi TEM dağbaşı diyelim, ya kentin içi.
Hadi sıkıysa akşam saatlerinde Dolapdere'den geçin.
Trafiğin sıkışık olduğu bir anda ya da otomobilinizin önü bir yayayla kesilerek durdurulduğunuz bir anda otomobilinizin camının bir demirle kırılıp, içinden çatınızın, cep telefonunuzun çalınmaması, sadece ve sadece o gün sıranın size gelmemiş olduğunu ve şanslı bir gününüzde olduğunuzu gösteriyor.
Bu olaylar defalarca polise intikal ettiği halde bu yollarda hiçbir önlem alınmıyor.
Ne Dolapdere-Okmeydanı bağlantı yolunda, ne TEM üzerinde bir polis görmeniz mümkün değil.
İstanbul Emniyeti bu olayları önemsemiyor.
İş öyle bir hale gelmiş ki, artık vatandaş bu olayları polise şikâyet ederek zaman kaybetmek istemiyor.
Çünkü hiçbir şey değişmiyor.
Sonra emniyet müdürleri çıkıp, ‘‘İstanbul istatistiki olarak dünyanın en güvenli şehri’’ diyebiliyorlar.
Bu büyük bir yalan.
İstanbul güvenli falan değil. Suç var ama suçu polise bildiren yok. Çünkü sonuç yok.
Gece üç beş bar basmakla, eğlence yerlerinin civarında alkol kontrolü yapmakla şehrin güvenliği sağlanamıyor. Ancak göz boyanıyor.
Vay şaşkın vay!
Erman Toroğlu'nun televizyonda ahkâm kesmek dışında marifetleri de varmış da, benim haberim yokmuş.
Toroğlu'na Sabah'ın spor sayfasında yazı da yazdırıyorlarmış. Bizim sporcular söyledi. ‘‘Erman sana cevap yazmış’’ diye. Ben önce faks yollamış sandım. Meğer gazetede yazmış. Şaşırdım. Ve bir gün gecikmeyle de olsa okudum.
Diyor ki: ‘‘Ben Fatih Altaylı'nın kendi köşesinde yazdıklarını okumuyorum.’’
Bak bak yalana. Toroğlu, Toroğlu... Senin yanıt verdiğin yazıyı ben köşemde yazdım, başka yerde değil. Sen nereyi okuduğunu da bilimiyorsun artık. İyice şaşırmışsın.
Pozisyonlar hakkında benimle aynı fikirde olsaymış üzülürmüş. Sonra da örnek veriyor. Kendisi Taffarel'in çok kötü bir kaleci olduğunu söylemiş, bense iyi kaleci demişim.
Evet dedim. Ve haklılığım ortaya çıktı. Taffarel pek çok kritik pozisyonda Galatasaray'ı kurtardı. O Taffarel, Kubilay Türkyılmaz'la karşı karşıya kaldığı anlarda başarılı olmayaydı, Galatasaray Grasshoppers'ı zor elerdi.
Benim spordan anlamadığımı da yazmış.
Ne diyeyim... O halde pırasa, patlıcan sayarken, ben spor yazıyordum.
Bir de ekliyor... ‘‘Okunmak için spor yazıyorlar.’’
Toroğlu, Toroğlu sevin ki seni yazıyorum. Sayemde adam oluyor, kıymet kazanıyorsun. Adını duyanların sayısı artıyor. Ve senin açından üzücü olsa da, nasıl biri olduğunu öğrenenlerin de.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Ateş olan yerlerden duman çıktığında, ateşi söndürmeye kalkışmadığımız zaman.
Paylaş