İNÖNÜ Stadı tribünlerinde gencecik bir delikanlı öldürüldüğü günden bu yana kendimce bir ‘protesto’ yapıyor ve çok sevdiğim Galatasaray’ınkiler dahil hiçbir maça gitmiyorum.
Dün de gitmedim. Ve böyle giderse bundan böyle hayat boyu maça gitmeyeceğim.
Dün İstanbul’da oynanan maç nasıl sonuçlandı bilmiyorum.
Ama bu maçın bir galibinin olmadığını, oynanan her büyük maçta Türk futbolunun ‘kaybettiğini’ biliyorum.
Dünkü maçta İstanbul polisi büyük önlemler aldı. Bu ‘spor’ müsabakasında güvenlik tam ‘7000’, evet ‘yedi bin’ polisle sağlandı. İstanbul polisinin üçte biri, dün bu maçta görevliydi.
Sanırsın ki, Türkiye’nin en büyük, ön köklü iki kulübü bir ‘oyun’ oynamıyor, ahali savaşa gidiyor.
Ne 1 Mayıs’larda, ne PKK’nın en büyük gösterilerinde böylesi bir polis gücüne ihtiyaç duyulmuyor ama Galatasaray ile Fenerbahçe maç yapacak diye 7 bin polis toplanıp güvenliği sağlamaya çalışıyor.
Sizce bunun adı spor mu, bunun adı rekabet mi?
Sanki iki takım değil, iki terör örgütü karşılaşıyor.
Bundan iki yıl önce oynanan Fenerbahçe-Galatasaray maçında güvenlik için 3800 polis görevlendirilmişti.
Bu maçta 7 bin.
Peki nereye gidiyoruz.
Önümüzdeki yıl futbol oynatabilmek için 15 bin polis mi bulacağız?
Dün öğle saatlerine kadar maç için satılan bilet sayısı 16 bini biraz geçiyordu.
Çünkü aklı başında analar babalar çocuklarını maça yollamaya korkuyorlar. Doğru düzgün insanlar maça gitmeye çekiniyorlar.
Kulüplerimiz bunu mu istiyor?
Anlı şanlı kulüp başkanları yaptıkları işin farkındalar mı?
Emniyet’in silah ihalesinde bildik oyunlar
BU sütunu yıllardır takip edenler belki hatırlayacaklardır.
Yıllar önce bu köşede Emniyet Genel Müdürlüğü’nün açtığı tabanca ihalesi ile ilgili bir dizi yazı yer almıştı.
Adrese teslim bir ihale organize edilmiş ve dünya çapında üretim yapan yerli silah firmaları ihale dışında tutulmuştu.
Benim yazıdan sonra işler değişmiş, ihale iptal olmuştu. Ardından da Türk Silahlı Kuvvetleri çok çetin testler yapmış ve ordumuzun silah ihalelerini hep yerli firmalarımız kazanır olmuştu.
Ancak Emniyet Genel Müdürlüğü’nde yine bir ‘ihale’ tezgahı var gibime geliyor.
Müdürlük tabanca alımı için ihaleye çıkıyor. İhale ‘uluslararası’. Yerli firmalar da katılabilirler gibi duruyor. Ancak şartname öyle bir hazırlanmış ki, testleri geçebilecek nitelikteki yerli firmaların katılması imkánsız.
Çünkü şartnamede silahların namlularının hangi teknikle imal edilmesi gerektiği belirtiliyor.
Bu teknik en modern teknik olsa dert değil. Ama tam aksine, pek çok yabancı firmanın artık kullanmadığı bir yöntem.
Ve Türkiye’deki büyük üreticilerin hiçbiri bu yöntemle silah üretmiyor.
Üreten bir iki küçük atölye var ama onların da dayanıklılık testlerinden geçmesi mümkün değil.
İşin ilginci, bu ihalenin altında geçmişte benim eleştirdiğim ihaleyi düzenleyenlerin ‘imzası’ var.
Hükümet bir yandan ithalatı frenlemek için bin türlü ‘çare’ geliştiriyor.
Diğer yandan İçişleri Bakanlığı, kaliteli yerli yerine yabancı silah almak için bin türlü ’tezgah’ yapıyor.
Adalet ve bilirkişi
BİR kez bu sütunda ele aldım, Adalet Bakanı Cemil Çiçek ile yaptığım Teke Tek’te ve yeni TCK’yı tartıştığımız programda da gündeme getirdim.
‘Türkiye’de adaleti bilirkişilerin dağıtması adil mi?’ diye.
En basitinden en karmaşığına kadar pek çok davada hakim ‘topu’‘bilirkişiye’ atıyor ve davalar bilirkişinin ‘bilgisine’ ve izanına kalıyor.
Öyle ki, avukatlar arasındaki en büyük tartışma bilirkişinin belirlenmesinde yaşanıyor.
Son olay ‘bilirkişi raporlarının’ suyunun nasıl çıktığını da gösteriyor.
Diyarbakır’da 8 yaşındaki bir çocuğa otobüs çarpıyor ve çocuk hayatını kaybediyor. Otobüs sürücüsü suçlu. Çocuğun ailesi ‘tazminat davası’ açıyor. Hakim de tazminat ‘miktarının’ belirlenmesi için bir bilirkişi tayin ediyor.
Bilirkişi kaç lira tazminat ödeneceğini hesaplamak için çalışmalara başlıyor. Sonunda işin içinden şöyle bir hesapla çıkıyorlar:
‘8 yaşındaki çocuğu yetiştirmek için aile 55 milyar 926 milyon lira daha para harcamak zorunda kalacaktı.
Yörenin ve ailenin durumu göz önüne alındığında çocuk üniversiteye gidemeyecek ve 18 yaşında çalışmaya başlayacaktı.
Çalışması süresince ailesine 18 milyar 234 milyon lira katkıda bulunabilecekti.
Aile çocuğa 55 milyar 926 milyon harcayacak, ancak çocuktan 18 milyar 234 milyon lira geri gelecekti. Bu durumda çocuğun 8 yaşında ölmesi sonucunda aile bir zarara uğramamış, tam aksine 42 milyar 692 milyon lira tasarruf etmiştir.
Bu nedenle tazminat ödenmesine gerek yoktur.’
Şaka gibi ama değil. Bilirkişi raporu aynen böyle diyor. Sıkılmasalar bu paranın çocuğu ölen aile tarafından otobüs firmasına ödenmesini ve varsa eğer otobüsteki hasarın da aile tarafından karşılanmasını isteyecekler.
Ve bu raporu yazan kişilerin başındaki sıfat ‘bilir’. Ne bildikleri, en azından insanlık adına ne bildikleri ortada.
Allah’tan mahkeme henüz kararını vermemiş.
Bakalım hakim bu ‘müthiş insani’ hesabı yapan bilirkişiye uyacak mı?
Türkiye’de adaletin dağıtılmasında bilirkişi etkili rol oynuyor.
Ama onların da bildiği bu işte.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Rahatsız adamlar, rahat adamları rahat bıraktığı zaman.