OSETYA’daki rehin alma olayında Türk kamuoyunun ilgisi, rehineler arasında bulunan iki Türk çocuğunun üzerindeydi. 11 yaşındaki Alana ve 1 yaşındaki kardeşi.
Bu iki Türk çocuğunun da Rus anneleri ile birlikte rehin olduğu duyulunca Rusya’daki olay birden ‘millileşti’.
İkinci gün Alana’nın ve annesinin serbest bırakıldığı bilgisi geldi ama haber doğru çıkmadı.
Serbest bırakılan Alana değil, 1 yaşındaki kardeşi ve annesiydi. Anne, küçük kızını alıp okuldan çıkmış, 11 yaşındaki Alana’yı içeride bırakmıştı.
Haber gelince, haber merkezindeki arkadaşlarıma sordum.
‘Siz olsanız çıkar mıydınız?’ diye.
Çok farklı yanıtlar aldım.
Kimi mantıklı, kimi duygusal.
Bir kız arkadaşımız, ‘En azından bir çocuğunu kurtarıyor. Diğerinin de kurtulma olasılığı hálá var. İçeride kalsa iki çocuğunu da kaybedebilir’ dedi. Bu mantıktı.
Erkeklerden biri, ‘Ben hayatta çıkmazdım. Ya beraber çıkarız, ya çıkmayız derdim. Zavallı kızımı orada tek başına bırakmazdım. Anne olarak son ana kadar onu korumaya çalışırdım’ dedi.
Çocuk sahibi kadınlara sorduğumda, hepsi ‘Bırakmazdım. Gerekirse ikisiyle birlikte orada kalırdım’ dediler..
Ben de düşününce, çıkamayacağıma karar verdim.
11 yaşında bir çocuğu, orada bırakıp çıkmazdım. Yaşayacaksak beraber, öleceksek beraber. Ama son ana kadar el ele olmayı tercih ederdim.
Ama tabii, o an orada neler yaşandığını bilmemiz mümkün değil.
Bu yazıyı yazarken, minik Alana’nın hayatını kaybettiğini öğrendim.
Gözyaşlarımı tutamadım.
Minicik bir bebenin, orada, o kargaşanın, o kan revanın içinde tek başına neler yaşadığını düşündüm.
Bana sorarsanız bu eylem, toplumsal hafızalarda 11 Eylül’den çok daha derin bir travma yaratacak.
Kim planladıysa çok başarılı.
Hem Rusya’yı küçük düşürüp zor durumda bıraktı.
Hem ‘İslami teröre’ karşı nefreti çığ gibi büyüttü.
Çoğu bebe 400’ü aşkın cana mal oldu ama birilerinin amacına fazlasıyla hizmet etti.
Aile böyle korunur mu?
BAŞBAKAN Erdoğan, zina ile ilgili yapmak istedikleri yasal düzenlemeye yönelik eleştirileri, ‘Basın konuyu saptırıyor’ diye geçiştirmeye çalışıyor.
Oysa basının herhangi bir şeyi saptırdığı yok.
Her şey ayan beyan ortada.
AKP, zinayı kadınlar için suç haline getirmek istiyor, çağdışı parti CHP önce ‘Eşitlik olsun. Erkekler için de suç olsun’ diye bastırıyor, ardından tepkiler üzerine ‘Suç olmasın’ diyor ama AKP, CHP’nin önerisine sahip çıkıyor.
Kendi tabanı zannettiği kitledeki ‘çarpık ilişkilere’ göz yummayı sürdürebilmek için de ‘şikáyete bağlı kovuşturma’ diye bir ekleme yapıyor.
AKP’nin bu yasayla ilgili en önemli tezi, ‘aile birliğini sağlamak’.
Zinanın suç sayılması, aile birliğini nasıl sağlayacak, benim hiçbir fikrim yok.
Anne, babayı başka kadınla bastıracak. Baba ceza alıp hapse girecek. Böylelikle aile birliği korunmuş olacak.
Ya da tam tersi. Baba, anneyi bastıracak. Anne ‘fahişe’ damgası yiyecek. Hapse girecek. Aile korunacak.
Aile böyle mi korunur?
Aileyi ve çocuğu böyle bir rezil ortam mı korur, yoksa sessiz sakin bir boşanma mı?
Aileyi korumak falan aslında palavra.
Asıl mesele, AKP’nin ve ne yazık ki Tayyip Erdoğan’ın ‘tabanı’ zannettiği bir kitleyi memnun etmek. Onların ‘çağdışı’ beklentilerine yanıt verebilmek.
Oysa AKP’nin oyları içinde bu kitlenin payı yüzde 10’un üzerinde değil.
Fakat ‘kaynak’ itibarıyla ne Tayyip Erdoğan, ne çevresindekiler bunu fark edebiliyorlar.
Bu nedenle de bir yandan Avrupa Birliği’ni, diğer yandan bu çağdışı kitleyi memnun etmek gibi birbirinden çok farklı iki vizyonu bir araya getirmeye çalışıyorlar.
Sonunda ortaya lezzetsiz bir çorba çıkıyor ve kimse hoşnut olmuyor.
Bu kadar lezzetsiz çorba yapan bir lokantanın, şef ne kadar ünlü olursa olsun uzun süre müşteri çekmesi herhalde beklenemez.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Terörün kaynağını bulmak için, yapılan eylemden en fazla çıkarı kimin sağladığına bakmayı akıl ettiğimiz zaman.