Sıkıldım artık kavgalardan

GAZETECİLİK giderek ‘zor zenaat’ olmaya başladı. Gazetecilik refleksiyle yaptığınız her şey, yazdığınız her satır ‘farklı algılamalar’ ve ‘farklı tepkilere’ neden oluyor.

Cumartesi günü TMSF Başkanı Ahmet Ertürk’le yapmış olduğum bir sohbeti naklettim.

Bugün de bu sohbetin bir başka bölümünü yazacaktım.

Ancak yazdıklarım Sabah Gazetesi’nin bence ‘anlamsız’ tepkisine neden oldu.

Sabah Gazetesi ekonomi müdürü Yavuz Semerci, benim devletin alacağının nasıl tahsil edileceği konusundaki ‘merakımı’ farklı algılamış.

Ve haliyle konuyu bir ‘medya savaşına’ dönüştürmeye çalışmış.

Ben kendi adıma böyle bir savaşın içinde olma niyetlisi değilim.

Ama ben nasıl ki Murat Demirel ve benzerlerinin halkın parasını iç edip, sonra da kral gibi yaşamaya devam etmesine karşıysam, Dinç Bilgin’in de devlete milyar dolar borç takıp sonra da bunun üzerine yatmasına karşıyım. Ben ‘bazıları’ gibi medyası olan borçlular ve medyası olmayan borçlular diye bir ayrım yapamam.

Semerci benim Ahmet Ertürk’ten aldığım bilgileri çarpıttığımı iddia ediyor.

Tek bir kelime çarpıtma yapmadım. Bunu namusuna, insanlığına güvenmeye devam ettiğim Ertürk de biliyor.

Ben ‘basit’ bir gazeteci olarak öğrendiğim, bildiğim her şeyi yazarım. Bilgi saklamam. İş takibi yapmam. Ne bürokratlarla, ne siyasetçilerle şirket çıkarları üzerine konuşmam. Benim için önde gelen toplum çıkarlarıdır.

Ertürk’le konuştuklarımı nakletmemim de temelinde bu yatar.

Yavuz Semerci’nin ‘tarzından’ anladığım kadarıyla ‘patron çıkarlarını’ korumak için bir medya savaşı çıkaracaklar.

Semerci’ye sorarım, bu savaşta kullanacağınızı açıkladığınız bilgileri bugüne kadar niye yazmadınız!

Bir gün lazım olur diye bilgi saklamak veya haber oluşturmak mı gazeteciliktir, yoksa benim yaptığım gibi öğrendiğini yazmak mı? Ben ‘açık’ bir şekilde görüşlerimi yazdım.

Bu görüşlerin karşıtı başka görüşler olabilir. Ama tehdit, şantaj, görüş olamaz Sevgili Semerci.

Benim cumartesi günü yazdıklarımda ‘patron çıkarı’ kollanmadı. Hatta tam aksine belki de bu gazetenin sahibinin yaklaşımlarının dışında olabilecek ‘tavsiyeler’ yer aldı.

Ama siz bunu bir medya savaşına dönüştürmek istiyorsunuz.

TMSF’yi terörize etmek istiyorsunuz. Devlet kesesinden cömertlik yaparak gazetenizin fiyatını düşürmek istiyorsunuz. Başbakan’ın eşine verilen hediyeleri haber yapmayarak, siyasi destek bulacağınızı zannediyorsunuz.

Ben Cem Uzan’la ilgili olarak yazdığım zaman da, onlar da aynı şeyi yaptılar.

Bunu bir medya savaşına çevirdiler. Dönemin iktidarına yakın olduklarını düşünerek hareket ettiler. Ama sonuç ortada.

Bence doğruluk kazanır Yavuz kardeşim. Doğruluktan ayrılmayın. Kavga ederken bile.

İlaç faturası çok kabaracak

DEVLETİN yeni ilaç alım prosedürü devletin zaten gereğinden büyük olan ‘ilaç faturasını’ büyütecek mi, küçültecek mi tartışılıyor.

Tartışmayı rakamlar üzerinden yapmanın daha yararlı olduğunu düşünerek bir uzmanın görüşlerine yer vermek istiyorum:

‘Hükümetin; kamunun ortak bir ilaç alim politikası ve fiyatı belirlemesi ile devletin katrilyonlarca kár edeceği yönünde günlerdir basınımız aracılığı ile pompaladığı haberler gerçeği yansıtmamakta, aksine bu yöntemle hazinenin katrilyonlarca zarar edeceği gerçeği gözden kaçırılmaya çalışılmaktadır.

Bu hazine zararını basit bir hesapla açıklamaya çalışırsak:

Bilindiği üzere ülkemizde ilaçlar Sağlık Bakanlığı’nın belirlemiş olduğu imalatçı, depocu ve perakende satış fiyatları ile satılmaktadır.

Bunların oranları ise:

Sektör Birim

İmalatçı /İthalatçı 100

Depocu 109

Perakende satış (KDV’siz) 136.25,

Perakende satış (KDV’li) 147.15.

Daha önceki ilaç temin yöntemi olan ‘ihale ile ilaç alma’ sistemine göre yapılan ve daha sonra yöntem değiştirileceği için iptal edilen 30 Eylül 2004 tarihli merkezi (toplu) alımda SSK kurumuna ilaç firmaları tarafından uygulanmış olan iskonto oranı imalatçı fiyat üzerinden yaklaşık %17.45’tir. Bu da 100 TL imalatçı fiyatı olan bir ilacı ilaç sanayiinin kuruma 82.55 TL’ye vermeyi taahhüt ettiği anlamına gelmektedir.

Yani bu sisteme göre 100 TL imalatçı fiyatı olan bir ilacın devlete maliyeti yaklaşık 82.55 TL’dir.

Hakkında devletin katrilyonlarca kár edeceği yönünde yanlış haberler pompalanan hastaların serbest eczanelerden almış olduğu ilaç bedellerini devletin %14.5 ıskonto ile ödemesi yönteminin gerçek maliyetlerini de ortaya koyarsak; %14.5’lik ıskonto Sağlık Bakanlığı tarafından belirlenen KDV’siz perakende fiyatına uygulanacağından,

P. satış (KDV’siz) 136.25 TL.

İskonto19.76 TL.

Devlete maliyet116.49 TL. bulunur.

Yani bu sisteme göre 100 TL imalatçı fiyatı olan bir ilacın devlete yaklaşık maliyeti 116.49 TL’ye fırlamaktadır. Bir başka ifade ile baz alınan 100 TL imalatçı fiyatı örneğine göre 33.94 TL fazla ödeme yapılmakta olup bu fazla ödemenin oranı ise yaklaşık %41’dir.

Yukarıda son derece açık ve basit hesaplamalar ile devletin aslında sistem değişikliği ile kár değil yaklaşık % 41 zarar edeceği ortaya konmuştur.

Bu zararı Türkiye’nin gerçeklerine uyguladığımızda; Türkiye’de ilacın %85’ini kamu tüketmektedir ve Türkiye’deki sosyal güvenlik kurumlarının yıllık ilaç gideri yaklaşık 10 katrilyonu aşmaktadır.

Bu anlamda yukarıdaki hesaba göre hazine zararı yaklaşık 4.1 katrilyon TL’dir.’

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Aptal masumlar, akıllı suçlulardan daha suçlu görülmediği zaman...
Yazarın Tüm Yazıları