PERŞEMBENİN gelişinin çarşambadan belli oluşu gibi, 3 Kasım seçimlerinin de tartışılır hale geleceği belliydi.
Bugün sonuçlarını konuştuğumuz tartışma, aslında 2002 yılının ekim ayında başlamıştı.
YSK'ya, Demokratik Halk Partisi, yani DEHAP'la ilgili çelişkili kararlar bildiren Yargıtay, 10 Ekim 2002 günü, yani seçimlere 23 gün kala, ‘‘nihai’’ bir yazı yazdı. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu'nun imzasını taşıyan yazıda, DEHAP'ın Yargıtay'a gönderdiği belgelerde gerçek durumu yansıtmadığı, yapılan karşılaştırma ve araştırmalarda DEHAP'ın örgütlenmesini tamamlamadığı YSK'ya bildirildi.
Kanadoğlu, SP.Sicil.2002/540 sayılı yazısını, ‘‘Seçimlere katılmasına karar verilen bir siyasi partinin, daha sonra kanunda öngörülen katılma şartlarını taşımadığının anlaşılması hali seçim hukukunda 'tam kanunsuzluk' olarak nitelendirilmektedir. Tam kanunsuzluk halleri ise herhangi bir ihbar, itiraz ve şikáyete ve de bir süreye bağlı olmaksızın her zaman değerlendirilen hallerdendir’’ diye bitiriyor.
YSK, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın bu bildirisini görüşüyor ve ‘‘780’’ nolu kararıyla sonuca bağlıyor.
Karar şu:
‘‘Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nca gönderilen bilgi ve belgelerle Demokratik Halk Partisi'nin seçime girecek yeterli teşkilatı olmadığının saptanamaması, kurulumuzca adı geçen siyasi partinin seçime girebileceğine ilişkin kesin nitelikteki kararının kaldırılmasını gerektirecek hukuken geçerli somut bilgi ve belgenin bulunmaması karşısında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın istemi yerinde görülmemektedir.’’
Bu cümlelerle istem YSK tarafından reddedilir.
YSK bu kararı alırken seçim sürecinin sonuna yaklaşılmış olmasını, milyonlarca oy pusulasının dağıtılmış olmasını mutlaka bir unsur olarak göz önüne almıştır.
Şimdi 10 Ekim'e geri döndük.
Ancak köprülerin altından akan suları geri çevirmek mümkün görünmüyor.
YSK'nın da kararını değiştireceğini hiç zannetmiyorum.
Nalıncı hukuku
HINCAL Uluç, ‘‘Hukuksa hukuk’’ başlıklı yazısında, Yargıtay kararının önemli olduğunu, hiçbir şeyin hukuktan üstün olamayacağını, bu nedenle de seçimlerin yenilenmesi gerektiğini yazıyor.
Uluç, ‘‘Sıkıntı olur diye hukuktan vazgeçip siyasi kararlar vermek bu ülkeyi kaosa sürükler’’ diye ekliyor. ‘‘Şöyle bir savunma yapma hakkım var mı?’’ diye ekliyor ve noktalıyor:
‘‘Sayın Yargıç, ben Sabah'ın çok önemli unsurlarından biriyim. Beni mahkûm ederseniz Sabah çok sıkıntıya girebilir. Binlerce çalışan aç kalabilir. Sabah'ta kaosu önlemek için bir defalık hukuktan vazgeçin.’’
Uluç'un örneği Yargıtay-YSK ilişkisinde çok geçerli değil, ama başka bir yerde, Sabah'ın hukukla ilişkisinde çok geçerli.
Sabah Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni ve bazı yazarları, benim Sabah Gazetesi'nin patronu Dinç Bilgin'in kamuya olan borçları ve hukuk dışı işlemleri nedeniyle her vatandaş gibi hesap vermesini istediğim zaman, ‘‘Basında kaos olur. Tekelci basın ortaya çıkar. Bu yüzden biz yaşamalıyız, patronumuz da hesap vermemeli’’ diyorlar.
Yani iş Sabah'a ve patronu Dinç Bilgin'e gelince, ‘‘Hukuk hukuk değil’’, ama duruma aslında uymayan bir mesele söz konusu olunca ‘‘Hukuksa hukuk’’.
Kafalarına göre, gukuk veya hukuk.
Not: Hadi yine benim tribünde kavga çıkardığımı yazan haberler yapın sayfa sayfa. Ne de olsa hakkımda başka bir olumsuzluk bulamıyorsunuz.
Ben özür dilerim, ama benden de dilesinler
ÇOK sevdiğim spor yazarı ağabeyim Atilla Gökçe benim için çok ağır bir yazı yazmış. ‘‘Özür dilemeyi bilmediğimi’’ söylüyor ve ‘‘Kendimi büyük gördüğümü’’ iddia ediyor. Atilla Abime öyle gelmiş olabilir. Ama kendimi hiç de büyük görmediğimi beni tanıyan herkes bilir. Özüre gelince: Benim kadar rahat özür dileyenini zor görürsünüz. Yeter ki yanılayım, yeter ki haksız olayım. Anlaşılan Atilla Gökçe de benim spor medyasına karşı kaleme aldığım ve ‘‘Biraz abartılı olduğunu’’ daha sonra ifade ettiğim ve tekrarlamak istemediğim sözcükten alınmış.
Oysa ben orada net bir biçimde ‘‘Galatasaray düşmanı’’ diyorum. Gökçe'nin Galatasaray düşmanlığı gibi bir özelliği yoktur. Alınması gereksiz.
Galatasaray düşmanı olmayanların tamamı için bu geçerli. Düşmanlar kendilerini biliyor. Onlar alınsın. Şerefli olanlar, takımına göre tavır almayanlar, kulüp başkanları ile avanta ilişkisine girmeyenler gocunmasın.
Ama bu saydıklarım bir özür istiyorlarsa onlardan özür dilerim.
Şerefsizlerden ise asla.
Hele hele bana olan hınçlarını hakkımda yalan haberler yaparak alanlardan hiçbir zaman.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Takımımızı ve teknik direktörümüzü sezonun en iyi maçını oynadıktan sonra yuhalamadığımız zaman.