SABAH Gazetesi Ankara temsilcisi, çok sevdiğim arkadaşım, dostum Muharrem Sarıkaya cumartesi sabahı aradı.
‘‘Cüneyt Zapsu haberinin nedeni senin yazdığın gibi değil’’ dedi.
‘‘Ankara'da ve AKP kulislerinde konuşulan bu’’ dedim.
‘‘Emin ol değil’’ dedi.
Muharrem, manşetlerinin Ankara'da belirli çevrelerde Zapsu'nun tavırlarından doğan rahatsızlığı yansıttığını söyledi.
Dış ilişkiler konusunda Zapsu'nun tavrının, Türkiye'nin dış ilişkilerini değişik platformlarda temsil eden ve sürdüren kişileri ‘‘rahatsız ettiğini’’ söyledi.
Ben de Muharrem Sarıkaya'ya, yorumumda ‘‘haksızlık’’ etmiş olabileceğimi ama pek çok kişinin bu olayı benim gibi yorumladığını söyledim.
O günkü yazımda da yazdığım gibi Sabah'ın genetik kodu ve benim bu kodun ‘‘geçmişini’’ bilmem böyle düşünmeme neden oldu.
Keşke yanılıyor olsam.
Keşke Sabah geçmişini unutturup ‘‘düzgün’’ bir gazete olmayı başarabilse.
Keşke devlete olan 1 milyar dolar borcunu ödese.
Keşke...
NOT: Cuma günü yazımı yazarken iki ‘‘hata’’ yapmışım. AKP kurucusu Zapsu diyeceğime, AKP milletvekili Zapsu demişim. Sabah yazarı Ahmet Hakan'ı da, nedense Ali Hakan yapmışım.
Dedikoducu aşağılıklar
RECEP Tayyip Erdoğan'ı ve beraberindekileri Çin'den Türkiye'ye getirecek uçak havada arıza yapıyor.
Uçak mecburi iniş yapmak zorunda kalıyor.
Allah'tan arıza önemli değil, rahat bir iniş oluyor. Yolcular uçaktan iniyor ve bir salona alınıyorlar.
Salona alınan yolculardan biri (bir işadamı) bana, ‘‘okkalı’’ bir küfür savuruyor.
‘‘Hayırdır?’’ diye soruyorlar.
Bir küfür daha ediyor ve anlatıyor, ‘‘...... ekrana çıkmış ve bizim uçağın motorları yanarak inişe geçtiğini ve haber alınamadığını söylemiş. Türkiye'de herkes panikte.’’
Bir anda dedikodu yayılıyor ve benim uçaktaki arıza ile ilgili olarak ekrana çıktığım yolunda bir ‘‘dedikodu’’ yayılıyor.
Benimse olayla ilgim yok.
Değil ekrana çıkmak, o saatlerde Kanal D binasında dahi değilim.
Bir toplantıdayım ve uçakla ilgili gelişmelerden haberim bile yok.
Duymadığım ve bilmediğim bir olayla ilgili olarak ekrana çıkıp konuştuğum ‘‘şayiası’’ yüzünden Çin'de bana sövülüyor.
Uçakta bulunan muhabir arkadaşım Kerem Kırçuval olayı bana saatler sonra haber verebildi.
Tabii hakkımda çıkarılan dedikoduyu da.
Son derece rahatsız oldum.
Ve Türkiye'ye gelmelerinden sonra uçakta bulunan bazı işadamlarını aradım.
Hepsi, ‘‘Vallahi ben demedim ama öyle bir dedikodu oldu. Hatta bir gazeteci arkadaşın eşinden duyduğu söylendi ama sonra evini aradı ve böyle bir şey olmadığı ortaya çıktı’’ gibisinden laflar ettiler.
Osman Hattat en komiğiydi.
‘‘Üzülme. Demek ki, televizyon haberi denince akla sen geliyorsun’’ dedi..
Ama ben üzüldüm.
Biz sorumlu bir televizyonculuk yapmak için müthiş bir uğraş veriyoruz.
Televizyon haberciliğinin ‘‘pisliklerden’’ arınması ve evrensel standartları yakalaması için bazı diğer televizyoncu arkadaşlarımızla beraber uğraşıyoruz.
Ama dedikoduculardan kurtulamıyoruz.
Savaş biter, Irak işi bitmez
CUMA akşamı bir yemekteydim. Büyük bir grubun üst düzey yöneticiliğinden emekli olan bir ‘‘masa komşusu’’ bir soru sordu: ‘‘Fatih Bey, Irak'ta olası bir savaşta ABD'nin başarılı olamayacağını yazıyorsunuz. Oysa Irak ordusu geçen savaşa göre daha zayıf.’’
‘‘Hayır’’ dedim. ‘‘Ben ABD savaşta başarılı olamaz demiyorum. Eğer Türkiye de destek verir ve kuzey cephesi de açılırsa savaş umulandan çok kısa sürer. ABD Irak'ı bir hafta içinde ezer geçer. İki ay içinde yeni yönetimi oluşturur. Ben ABD savaşı kazanamaz demedim. Ben ABD savaş sonrası Irak'a hákim olamaz dedim. Bu ikisi farklı.’’
Gerçekten de, ABD'nin Irak'ta bir kukla yönetim oluşturabileceğine ve bunu sürekli kılabileceğine inanmıyorum.
Her birinin içinde farklı din, mezhep ve etnik kökenden insanlar barınan 1200 kabileden oluşan ve düzenini binlerce yıldır buna dayandıran bir toplumda, ABD'nin ‘‘kukla’’ idaresi çok sürmez.