BAYRAKLA ilgili yazımdan sonra pek çok kişiden ‘Eline sağlık, aynı fikirdeyiz’ tebriki alırken, kimileri de ‘Sen ne anlarsın vatan ve bayrak sevgisinden’ dediler.
Bakıyorum herkeste müthiş bir bayrak sevgisi. Ne güzel.
Ama sadece bayrağı sevmek yeter mi, ya da bayrak sadece mitinglerde göstermelik olarak mı sevilir?
Vergi kaçır, hırsızlık, yolsuzluk yap, rüşvet ver veya al, hak, hukuk tanıma ama Bayrağa Saygı Mitingi’ne koşa koşa git.
Bir ülkeyi ülke, o ülkede yaşayanları millet yapan tek şey bayrak değil. Ve dediğim gibi iki tane velet, kendi başlarına veya birilerinin provokasyonuyla bayrağa ‘terbiyesizlik etti’ diye bu ülkeye bir şey olmaz.
Ama buradan ateşlenecek bir fitille çok kötü şeyler olur.
Bunun bir provokasyon olduğunun farkında değil misiniz?
Şehit Aileleri Dayanışma Dernekleri’nden birine saldırdılar.
Buradaki amacı görmüyor musunuz, anlamıyor musunuz?
Bayrağa Saygı Mitingi’ne gidenlerin, hatta bu mitingleri organize edenlerin bazılarının geçmişte Amerikan, İtalyan, Fransız bayraklarının yakıldığı mitinglere katıldığını da, organize ettiğini de biliyorum. Bayrağa saygı ise her bayrağa saygı göstermemiz gerekmez mi?
Bayrakları yakıldı diye bu ülkelere bir şey mi oldu?
Dünyada en çok yakılan bayrak Amerikan bayrağı. Her fırsatta bayrak çeken Amerikalıların bayrakları iki kendini bilmez tarafından yakıldı diye miting düzenlediğini gördünüz mü?
Gelmeyin dolmuşa. Bu ülkenin bütün değerlerine sahip çıkın.
İki tane velet yaktı diye sadece bayrağına değil...
NOT: Bazıları diyor ki, ‘Ne yani, yaptıkları yanlarına kár mı kalsın’. Oysa ben dünkü yazımda diyorum ki, ‘Yakalarsın iki veledi, verirsin cezasını’. Bu, yanlarına kár kalsın mı demek?
Paris Match editörü Türkiye’nin büyükelçisi
PARİS Match Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü Gilles Martin-Chauffier bugünlerde Fransa’da çok eleştiriliyor. Hatta ona şimdilerde ‘Türkiye’nin fahri büyükelçisi’ diyenler bile var.
Çünkü geçtiğimiz yıl Türkiye’ye geldi, uzun uzun araştırmalar yaptı ve oturup ‘müthiş’ bir kitap yazdı.
Kitabın adı ‘Le Roman de Constantinople’.
Bu kitap aslında dizi romandan biri; ‘dünyanın büyülü yerleri’ serisinden. Daha önce dünyanın çeşitli büyük kentleri aynı adı taşıyan romanlarla anlatılmış.
Ancak bu kez roman çok kritik bir zamanda, çok kritik bir ülkede, Fransa’da yayımlandı.
Yazar, romanda Türkiye’yi ve İstanbul’u derinlemesine ele alıyor ve Türkiye’nin neden Avrupa Birliği’ne girmesi gerektiğini anlatıyor.
Türkiye’nin Avrupa kültürünün oluşmasına binlerce yıldır yaptığı katkılardan, Anadolu medeniyetinin Avrupa’yı nasıl etkilediğinden ve koruduğundan söz ediyor.
Kitabı okuyunca bir Türk olarak bile getirdiği perspektif genişliğinden yararlanıyor, öğreniyorsunuz.
Kitap Fransa’da ‘en çok okunanlar’ listesine de 42. sıradan giriş yaptı ve yükseliyor.
Görünen o ki, Türkiye’nin AB’ye üye olması muhtemel 2013 yılına kadar Avrupa’da kamuoyu çok çok değişebilir.
Yeter ki, Türkiye kendini tanıtmakta ‘ustaca’ davransın.
NOT: Chauffier’nin kitabını Fransa’da okudum. Hafta sonunda çok sevdiğim dostlarımla Normandiya’daydım. Bu arada Pacha Tour’un Paris’i donattığı reklamlara hayran oldum. Fransızları Türkiye’ye gitmeye davet ederken ‘AB’liler Türkiye’ye girmeye hazır mı?’ diye sormuş. Çok hoşuma gitti.
Milli Takımlar Fenerbahçe sorumlusu
GAZETELERDEKİ haberi görünce gözlerime inanamadım. Ama takip eden günlerde ‘spor basınının’ tepkisizliğini görünce şaşkınlığım daha da arttı.
Milli Takım çok önemli bir maça hazırlanıyor. Neredeyse hayat memat maçı. Arnavutluk’u yenemezsek gruptaki şansımız sıfıra inecek.
Bütün futbolcuların maça konsantre olmaları lazım.
Ama Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu üyesi ve Milli Takımlar Sorumlusu Davut Dişli, Milli Takım kampında Emre Belözoğlu ile transfer görüşmesi yapıyor ve onu önümüzdeki sezon Fenerbahçe’ye gelmesi için ikna etmeye çalışıyor.
Siz hiç böyle bir şey görüp duydunuz mu?
Normalde Fenerbahçeli bir yönetici gelip Emre ile böyle bir görüşme yapmak istese (ki normal bir durum), Milli Takımlar Sorumlusu’nun ‘Önemli bir maçımız var. Burası yeri değil. Oyuncuların konsantrasyonunu bozmayın’ demesi gerekirken, tam aksi oluyor ve Türk Milli Takımı’nın başarısından başka bir şeyi düşünmemesi gereken adam, Milli Takım oyuncusuyla tuttuğu kulüp adına pazarlık yapıyor.
İşin daha da vahimi, Türk spor basını çıtını bile çıkarmıyor, hatta bu görüşmeyi ‘Emre seneye Fenerbahçe forması giyebilir’ diyerek zafer edasıyla veriyor.
Hem Dişli’ye, hem de spor basınına helal olsun.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Taş taş üstüne koyarken, ulusların medeniyet derecelerini kentlerinin güzelliğiyle kanıtladığını unutmadığımız zaman.