ROCHE’un sadece bir alıcıyla ilgili olarak ortaya çıkarılan rezalet, ilaç işinde dönen dolapların belki de de binde biri.
Bu oyunun misli misli büyükleri yıllardır oynanıyor.
Sağlık Bakanlığı’ndaki kimi ‘haysiyetsizler’, bazı ahlaksız hekimler, kimi eczaneler, ilaç firmaları ve onların temsilcileri bu oyunun aktörleri.
İşte Türkiye’nin büyük bir ilaç firmasının adı bende saklı yönetim kurulu başkanından gelen e posta mesajı. Okuyun ve aslında Neorecormon rezaletinin devenin kulağı değil, kılı olduğunu anlayın:
‘Fatih bey,
Köşenizde Roche İlaç rezaletine ilişkin yazdığınız belgelere aynı konunun başka gazeteler ve köşe yazarları tarafından da ısrarla gündemde tutulmasına rağmen gerek firma ilgililerinin ama daha da önemlisi sektör temsilcileri ve SSK kurum yetkililerinin içerikten yoksun, sadece açıklama yapıyormuş gibi yaptıkları söylemleri ibretle ve kahrolarak izliyorum.
Açıkçası bu firma hiçbir kişi ve kuruluşa bu rezaleti zorla yaptırmamıştır, kaba bir tabirle hepsi de Türk olan doktorunun, eczacısının, sağlık bürokratının, tıbbi mümessilinin, depocusunun önüne kemik atarak bahsettiğiniz bu anormal farkları bu devlete yani hepimize ödetmiştir. Roche penceresinden baktığınızda haklarını çok iyi koruduklarını(!) görürsünüz.
Lütfen zannetmeyin ki bu işi sadece bu firma yapıyor, tüm firmaların yaptığını, bunun artık bir sistem sorunu olduğunu herkes biliyor ama maalesef 3 maymunu oynamak herkesin işine geliyor.
Dev gibi yerli ilaç firmaları birer birer yabancıların eline geçiyor, ithal ilacın payı %60’lara çıktı ve hızla artıyor. Burada da sakın ola kaba milliyetçilik yaptığımı zannetmeyin. Böyle bir duruma düşmeyi de bin defa hak ettik.
Gerçek sebebini araştıran, çözüm üreten yok, daha doğrusu herkes bu ballı pastadan nasıl daha fazla pay alırım telaşı ile leş kargaları gibi üşüşmüş durumda, başta da söylediğim gibi en eğitimli kesim olan Türk Sağlık çalışanlarının tetikçiliğinde bu işler yapılıyor.
...memleket dahilindeki iktidar sahipleri gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler, hatta bu iktidar sahipleri şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleri ile tevhid edebilirler.
BBC ve Observer’de çalışan gazeteci Gregory Palast’la 4 Mart 2002’de yapılan ‘Dünya Bankası’nın gizli belgeleri Arjantin’i tüketiyor’ başlıklı röportajından...
...Bu belgeler gösteriyor ki, temelde ulusları; kendileri ile gizli anlaşmalar yapmaya zorluyorlar, o anlaşmalarla uluslar; stratejik varlıklarını satma sözü veriyorlar ve eğer bu adımları atmaya yanaşmazlarsa uluslararası kredi imkanları kesiliyor...
...Ekonomiyi mahvettikten sonra hiçbir şeyi üretemez hale gelince hem yerli firmaları binde bir fiyatına satın alıyorlar hem de ulusları İLAÇ ve benzeri şeyler için inanılmaz paralar ödemeye zorluyorlar.
Fatih bey,
Biliyorsunuz doların 1.300.000’lerde olduğu çok uzun sürelere rağmen ithal ilaç fiyatlandırmaları 1.700.000 TL.’lerden yapıldı, bir anda Bakanlık özellikle bazı ilaçlarda yıllardan beri yüksek fiyatlardan satılmasına rağmen %80’lere varan indirimlerde bulundu, herkes de konuyu ilaç fiyatları düştü diye birbirine müjdeledi ama hiç kimse bunun altındaki gerçek sebepleri aramadı, sadece ‘mış gibi’ yaptı, ülkemizde bürokratın haberi olmadan kuş uçmayacağına göre kafam karıştı ve acaba rehin mi alındık, mecburcu muyuz? gibi saçma sapan fikirler aklıma gelmeye başladı.’
Türkçeleri aynılaştırmak
GEÇEN gün ‘Atatürk kimsenin malı değil’ diye yazınca Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçisi Profesör Mehmet Nevruzoğlu Aliyev aradı.
Son derece kibar bir üslupla, ‘Fatih Bey, biz Azeriler Türkiye’de konuşulan Türkçe’yi anlamakta güçlük çekiyoruz. Açıkçası bazı kelimeleri de yanlış kullandığınızı düşünüyoruz. Bu bizi üzüyor’ dedi.
İlk verdiği örnek ‘sürü’ kelimesiydi.
‘Türkiye Türkçesi’nde bazen ‘Bir sürü çocuk’ diyorsunuz. Yani sürü kelimesini insan kalabalıkları için kullanıyorsunuz. Oysa Türkçe’de sürü kelimesi sadece hayvanlar için kullanılır. Sürü halinde olan hayvanlardır. İnsanlara sürü denmez’ dedi.
Ben de kendisine Türkiye Türkçesi ile Azeri Türkçesi’nin bir miktar farklı olduğunu, Azeri Türkçesi’nin de zaman zaman bizi şaşırttığını söyledim.
‘Doğru söylüyorsunuz ama siz Türk áleminin okuduğu, güvendiği bir yazarsınız. Siz de mal kelimesini bence yanlış kullanmışsınız. Atatürk’le yan yana gelince hoş olmamış’ dedi.
Sonra da ekledi: ‘Doğrudur. Farklar var. Ama en iyisi bu farkları azaltmak. Türk dili mükemmel, matematiksel bir dildir. Bunu tek bir dil haline getirmemiz lazım. Bugün buna başlarsak kısa zamanda 120 milyonluk bir halk bu dili konuşur. Biraz gayretle bir süre sonra 250-300 milyonluk Türk áleminin ortak dili olur. Bu dili düzeltelim’ dedi.
Fikir güzeldi. Doğruydu ama yüzyıllar boyunca Türkçe konuşulan ülkelerde oluşan farklılıkları nasıl ortadan kaldırabilirdik!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hakimler tekzip kararlarını verirken, tekzip metninin haber metnine yanıt mı, yoksa yazara hakaret mi olduğuna baktığı zaman.
BİR GÜN İZİN
Değerli okurlar. Pazartesi günü köşede yazı olmayacak. Aman aklınıza bir şey gelmesin.