Polisin ruh sağlığı kontrol altında mı?

YİNE bir polis ‘‘tırlattı’’. Pazar günü genç bir Çevik Kuvvet mensubu, amirlerinin kendisine kötü davranmasını gerekçe göstererek üç kişiyi rehin aldı.

Saatler süren uğraş sonucunda zorlukla ikna edilerek rehineleri serbest bıraktı.

Bu son aylarda meydana gelen sayısız ‘‘polis olayından’’ sonuncusu.

Birbirlerini vuran polisler, arkadaşlarını vuran polis, cinnet getiren polis...

Gazete ve televizyon haberlerinde bu başlıklara çok sık rastlar olduk.

Toplumun ruh sağlığının giderek bozulduğu bir gerçek.

Ancak polisin ruh sağlığının aynı oranda bozulması hayra alamet değil.

Çünkü polis, sıradan vatandaş sınıfına girmiyor.

Kendisine canımız, malımız emanet ediliyor ve elinde, belinde silah var.

Yani polisin ruh sağlığının bozulması ‘‘çok tehlikeli’’ sonuç doğurabiliyor.

Son olayda 3 kişiyi rehin alan polis memurunun ruh sağlığının yerinde olmadığı, polis okulundan beri biliniyormuş.

Garip hareketleri olan, obsesif kişiliğe sahip bir gençmiş.

Bunu arkadaşları söylüyor.

Olabilir. Polis okulunda böyle bir genç de okuyabilir.

Ama bu tip gençler, polis olmadan önce yapılacak ‘‘hakiki’’ bir sağlık muayenesiyle elenebilir ve ruh salığı bozuk polislerin bellerinde silahla toplumun içine girmesi engellenebilir.

Mesleğe başlamadan önce bir ‘‘ruh sağlığı testi’’ şart.

Şimdi ilgililer beni arayıp, ‘‘Heyet raporu alıyoruz’’ diyecekler.

Ben de güleceğim.

Bizde heyet raporlarının ne olduğunu herkes bilir.

Çoğu hastaneye gidilmeden alınır.

En kabadayısında doktor gelene sorar, ‘‘Evladım bir şeyin var mı?’’

‘‘Yok abi’’
yanıtı, heyet raporuna temel teşkil eder.

Eğer hastaneye kafasında huniyle gitmemişse, ruh sağlığı yerinde raporunu herkes alır.

Hatta huniyle gidene bile ‘‘ruh sağlığı yerinde ve çok şakacı’’ diye rapor verilir.

Hal böyle olunca da bizi koruması için görevlendirilen polisten korunmak zorunda kalırız.

İçişleri Bakanlığı bu işin ciddiyetini bir an önce algılayıp, hem mesleğe girerken, hem de mesleğin belirli dönemlerinde ciddi bir ‘‘ruh sağlığı muayenesi’’ yapmadığı müddetçe daha çok polis vakası olur.

Laptoplar Meclis'e rüşvet mi?


OKULUSLU bir şirketin Türkiye'deki genel müdürü olan bir dostum aradı. ‘‘Milletvekillerine laptop verilmesi ile ilgili görüşlerine hiç katılmıyorum’’ dedi.

‘‘Eğer ABD'de bir şirket, senatörlere veya milletvekillerine böyle bir hediye vermeye kalksa yer yerinden oynar. Alanlar da, verenler de soruşturma komisyonlarının karşısına çıkar ve büyük bir ihtimalle veren büyük bir cezaya çarptırılır, alanların ise siyasi hayatı biter. Ama işin aslı Amerika'da siyasetçilere böyle hediye vermeye kimse kalkışmaz, bırak kalkışmayı, aklına bile gelmez’’ dedi.

‘‘Banka, Meclis'in parasını kendisine yatırması karşılığında bir promosyon yapıyor. Bence yanlış olan milletvekillerine verilmesi’’ dedim.

‘‘Hayır, iş öyle değil. Hediyeyi veren bir banka. Yani her an Meclis'e işi düşebilecek bir kuruluş. Yarın bu Meclis, Bankacılık Kanunu'nda İş Bankası'nın işine gelecek bir değişiklik yaparsa verilen hediyenin adı rüşvet olmaz mı?’’diye sordu.

Haklıydı ve o haklılıkla devam etti:

‘‘Bence İş Bankası da, Meclis de hata yaptılar. Bundan böyle en normal karar bile yanlış algılanabilir. Şimdi ortada İş Bankası var diye onun adına yorum yapıyoruz. Başka bir şirket de olsa durum farklı olmazdı.’’

Meclis'in Avrupa standartlarını yakalaması ve saygınlığını kazanması için oldukça yoğun çaba gösterdiğini bildiğim Bülent Arınç, konuyu galiba bu boyutlarıyla düşünmemişti.

Düşünseydi bu işi yapmazdı herhalde.

3 ay nire, 22 saat nire


ANKARA Emniyet Müdürlüğü, Batı ülkelerinde yıllardır yapılan bir uygulamayı Ankara'ya taşıdı ve başkentin ana arterlerindeki bazı kavşaklara ‘‘otomatik kameralar’’ yerleştirdi.

Bu kameralar özellikle bir trafik ışığı ihlali olunca devreye giriyor ve kural ihlali yapan aracın fotoğrafını çekiyor.

Batı'da yaygın olarak uygulanan bu sistemde makinenin içinde uzun bir film var ve bu filmler yaklaşık üç ay boyunca fotoğraf çekiyor.

Ancak Ankara'da durum biraz farklı olmuş.

Batı ülkelerinde ortalama üç ay dayanan film, Ankara'da topu topu 22 saat dayanmış.

Yani Almanya'da bir trafik kamerasındaki film üç ayda bir değişir ve yılda dört makara film tüketilirken, Ankara'da film 22 saatte bitmiş. Bu hesapla yılda en az 365 makara film harcanacak.

Bence bu sistem bizde işlemez.

Kamera bile sapıtır.

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?


İzleyen değil, izlenen olmaya çalıştığımız zaman.
Yazarın Tüm Yazıları