MİLLİ Eğitim Bakanı'nın, özel okullara giden öğrencilerin eğitim giderlerinin bir bölümünü karşılamaya yönelik projesini ‘‘olumlu ve doğru’’ bulduğumu yazmıştım. Ancak AKP'nin en doğru projelerine bile ‘‘şüpheyle’’ yaklaşılıyordu ve ortada bir ‘‘samimiyet’’ sorunu vardı.
Yazı üzerine Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik aradı. Ardından bir faks çekti. Sonra bir daha aradı. Epey konuştuk.
Bakan Çelik şöyle diyor:
‘‘Biz bu yıldan itibaren devlet parasız yatılı sınavına girme şartlarına sahip, en düşük gelir düzeyinde ailelerin çocuklarını sınava tabi tutarak bunlardan 10 bin kişiyi özel okullara göndereceğiz. Bunu gerçekleştirdiğimiz zaman özel okullara ödeyeceğimiz para yaklaşık 15 trilyon Türk Lirası'dır. Bu projenin yararlarını şöyle özetleyebiliriz:
Zeki, kabiliyetli ancak parası olmayan fakir aile çocukları da özel okullara gidebilecek.
10 bin öğrenci için bu yıl gerekli olan 250 yeni dersliği inşa etme maliyetinden kurtulacağız. (Yaklaşık 30 trilyon TL.)
Devlet okullarındaki kalabalığı cüzi de olsa azaltacağız.
Özel okulların boş olan 208 bin kişilik kontenjanından yüzde 5'lik bölümü alarak özel okulları teşvik edeceğiz.
Sayın Altaylı, atılan her olumlu adımda birbirimizin niyetini sorgulamaya başlarsak bir yere varamayız. Herkes bilmelidir ki, biz milli eğitim meselelerine ideolojik değil, pedagojik olarak yaklaşmaktayız.’’
Bakan Çelik, Türkiye'deki okulların bir kısmını tarikat okulu diye nitelemenin doğru olmadığını da belirtiyor ve ‘‘Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına göre işletilen ve denetlenen okulların hepsinin’’ Cumhuriyet'in okulları olduğunu söylüyor. Fethullah Gülen'in okulları olarak nitelenen okulların ise bütün özel okullar arasında yüzde 10 ila 15 arasında bir payı olduğunu ve bunların kontenjan açıklarının çok az olduğunu bildiren Bakan Hüseyin Çelik, öğrencilerin hangi okula gitmek istediklerini kendilerinin belirleyeceğini de yazmış.
Herhangi bir okula kaynak aktarmanın akıllarından bile geçmediğini ama aynı şekilde bazı okulların bu uygulama dışında tutulmasının da yanlış olduğunu belirten Bakan, ‘‘Bir mahalleye su götürdüğünüz zaman bu bizden değil diye bazı evlerde su bağlamamak olmaz’’ diyerek tavırlarına bir de örnek vermiş.
Çelik'in diğer söylediklerini de başka bir gün sizlere aktaracağım.
Bingöl Emniyet Müdürü’ne madalya taksaydınız!
BİZİM mesleğin iyilerinden Saygı Öztürk görevden alınan Bingöl Emniyet Müdürü'yle ilgili bir haber verdi önceki gün.
Bingöl'de görevden alınan Emniyet Müdürü Osman Nuri Özdemir, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Siirt'teki konuşmasını banda aldıran ve bu yüzden de Erdoğan'ın hapse girmesine neden olan kişiymiş.
Yani Saygı'nın haberi diyor ki: ‘‘Erdoğan müdürü bu yüzden görevden aldı.’’
El insaf.
Eğer Recep Tayyip Erdoğan Emniyet Müdürü'nü bu yüzden görevden alacak olsaydı, çok daha öncesinden almaz mıydı? Bunu yapacak yetkisi, gücü yok muydu?
Vardı. Ama almadı. Çünkü herkes biliyor ki, bir meydanda konuşurken o ilin emniyeti o konuşmayı kaydeder. Bir emniyet müdürünün görevini yerine getirmesi kan davası nedeni olmaz.
De ki oldu. O zaman da beklemesine gerek yok. İlk kararnameyle görevden alır.
Ama Erdoğan bunu yapmamış.
Bingöl Emniyet Müdürü'nün görevden alınmasından daha ‘‘olması gereken’’ bir şey yok ki!
Kentte polisin hatalı tutumu nedeniyle neredeyse bir ayaklanma, bir isyan başlıyor.
Görüntüler ortada, Özel Harekátçı polisler büyük bir hata içindeler.
Asker araya girmese polisle halk birbirine girecek.
Bu emniyet müdürü görevden alınmayacak da, ben mi görevden alınacağım.
Tam aksine müdür görevden alınmazsa bir acayiplik olmuş olacak.
Ama öyle olmuyor. Doğru olan yapıldığı halde, hemen olaya bir siyasi kulp bulunup, haklı haksız, haksız haklı hale getirilmeye çalışılıyor.
Cuma günü yazdığım gibi ‘‘samimiyet’’ sorunu her yerde AKP'nin karşısına çıkartılıyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Çağdışı bürokrasi siyasetçiye olan güvensizliğin arkasına saklanmadığı zaman.