Kıbrıs ile Türkiye arasında petrol yatakları varmış.
Türkiye, Kıbrıs'ta geri adım atarsa önce Ege'yi, ardından da Güneydoğu Anadolu'yu kaybedermiş.
Bütün bu gerekçelerle Türkiye, Kıbrıs'taki varlığını sürdürmeliymiş.
Ben bu söylenenler yalandır veya yanlıştır demiyorum.
Hepsini doğru kabul ediyorum ve şöyle diyorum:
‘‘O zaman oturup kalkıp 1974 yılında Kıbrıs'ta Makarios'a karşı bir darbe düzenleyerek Türkiye'nin Kıbrıs'a çıkmasına neden olan Nikos Sampson adlı EOKA'cıya dua edelim.
Çünkü eğer Nikos Sampson böyle bir girişimde bulunmasaydı, Türkiye Kıbrıs'a çıkmak zorunda kalmayacak ve kendisi açısından bu denli ‘stratejik' önem taşıyan bir adanın bir bölümüne sahip olamayacaktı.
Eğer Kıbrıs'ın Türkiye açısından önemi bu ise ve bu kadar yüksek perdeden seslendiriliyorsa ve ben bir Avrupalı olsam, Kıbrıs'ta 1974 yılında düzenlenen darbenin arkasında Türkiye'yi arardım.
Öyle ya, o darbe olmasa Türkiye, Kıbrıs'a çıkmak için geçerli hiçbir nedene sahip olamayacaktı.’’
Görüldüğü gibi, Türkiye bazen yanlış tezlerle kendini zor duruma düşürüyor.
Kıbrıs’a haklı bir gerekçeyle çıkmasına rağmen, uzun vadede haksız duruma düşüyor.
Ve üstüne üstlük bu haksızlığını, sanki bir haklılıkmış gibi sunmaya çalışıyor. Türkiye'nin bugün Kıbrıs'ta bulunmasına gerekçe yaptığı tezler ile Kıbrıs'a garantör olarak müdahale etmesine gerekçe yaptığı tezler birbirine zıttır.
Her iki tezin yüksek sesle dile getirilmesi ise Türkiye'yi komik duruma düşürür.
Üstelik pek çok noktasında eleştirilebilecek olan Annan Planı, Türkiye'nin güvenlikle ilişkili gerekçelerine derman olacak niteliktedir. Fiili durumu hukuki durum haline getirdiği için de zaten Rumlar tarafından reddedilmektedir.
Aksini düşünmek ve saçma tezlerle Kıbrıs'ta ‘‘çözümsüzlüğü’’ savunmak Türkiye'nin stratejik çıkarlarına aykırıdır. Çözümü savunmak değil.
Az bilgiyle kötü yorum
ROBERT Ludlum'un ‘‘Janson Talimatı’’ adlı kitabının İstanbul'daki saldırılarla bire bir örtüştüğüne dair bir tez ortaya atıldı.
Bazı köşe yazarları ve gazeteler, bombacıların bu kitaptan ilham aldığını yazdılar.
Bilgi gazeteden, kültür gazeteden alınınca yorum da böyle olur.
Dünyanın en iyi komplo teorisyenlerinden biri olan Ludlum'un kitabıyla İstanbul'daki bombalar arasındaki tek benzerlik, bomba yapımında kullanılan malzeme. Yani nitratlı gübre.
İstanbul'daki saldırıda kullanılan nitratlı gübre, ilk olarak İstanbul saldırılarında kullanılmadı.
Bu tür bomba, yıllardan beri malzemenin sağlanmasındaki kolaylık nedeniyle kullanılıyor.
Bu tür bombayla yapılan en büyük eylem, tarihe ‘‘Oklahoma Katliamı’’ olarak geçen ve faili Timothy McVeigh'in idamıyla sonuçlanan olay. Hatta bazı uzmanlar, bu bombaya ‘‘köylü bombası’’ bile diyorlar.
Bunun dışında da özellikle radikal İslamcı örgütler bu tür bombayla sık sık saldırı düzenliyorlar.
Kısacası Ludlum, olmayan bir bombayı tarif etmiyor, zaten sık sık kullanılan bir patlayıcıya kendi kitabında yer veriyor.
Diğer yandan, radikal İslamcı terörün uzun zamandır verdiği mesajları da kitabına taşıyor.
Kitap önden değil, arkadan geliyor.
Ama bizimkiler, nitratlı gübreyle yapılmış tek bombanın İstanbul'da patlatıldığını düşündükleri için bu saçmalıkları yazıyorlar.
Bonozedelerin suçu devlete güvenmek mi?
İMAR Bankası'ndan bono alarak bonozede olanların durumuna bir çözüm bulanmadı.
Tam aksine, bence haksız bir biçimde mağdur edildiler.
Oysa onlar Uzanlar'a güvenilmeyeceğini düşünmüşlerdi, fakat devlete güvenilmeyeceğini düşünememişlerdi.
Tek hataları, ‘‘Hazine bononuza yüksek faiz İmar Bankası'nda’’ diyen ve hem SPK'nın, hem de BDDK'nın gözü önünde yayınlanan ‘‘yalan’’ reklama inanmış olmaktı.
Bu vatandaşlar, üstelik bazıları BDDK'ya resmen sorup resmen yanıt alarak İmar Bankası'ndan bono aldılar.
Bankayı denetlemekle görevli BDDK ve bono satışlarını izlemekle görevli SPK işlerini yapmadığı, Uzanlar'a boyun eğdiği için, Uzanlar olmayan bonoları sattılar. Açık bir dolandırıcılık eylemi yaptılar.
Ancak BDDK ve SPK bu dolandırıcılık eyleminin ‘‘suç ortağı’’ oldular.
Göz yumdular, denetlemediler, gereğini yapmadılar.
Sonunda devletin bonosunu bu bankadan aldıklarını zannedenler mağdur edildiler.
Şimdi onların parası ödenmeyecekmiş.
Olamaz...
Devlete güvenen bonozedelerin parası ödenmemek bir yana, Uzanlar'a güvenen İmarzedelerin parasından önce ödenmelidir.
Doğrusu budur.
Başbakan Erdoğan bu haksızlığa dur demek zorundadır.