TÜRKİYE ’nin tanıtımlarını yıllardır aynı firma yapıyor. Son derece komplike bir işi kötü de yapmıyorlar. Düzeni kurmuşlar ve sistem oturmuş.
Ne var ki, Kültür ve Turizm Bakanlığı zaman zaman ‘yarışma’ düzenleyip yeni ajans arayışlarına giriyor. Fakat kazanan değişmiyor.
Bu yıl da aynı olay tekrarlandı. Ve yarışmaya katılan firmalardan birinin patronu, Reklamevi Y&R’ın kurucusu Atilla Aksoy bana bir mektup yolladı. Aynen yayınlıyorum: ‘Türkiye yıllardır kendini ‘tanıtma’, daha doğrusu ‘tanıtamama’ endişesinde. Türkiye yıllardır çok önemli sayılabilecek bir kaynak ayırıyor tanıtıma. Oysa Türkiye tanıtımı, yıllardır reklam sektörünün ilgilenmediği bir alan. Sektör her yıl turizm alanında açılan ihalenin özellikle son beş yıldır ‘sonucunun önceden belli olduğu’ endişesinde. İlgisi o kadar düşük ki, 2004 Şubat ayında açılan ve toplam bütçesi Türkiye turizm tanıtımının yaklaşık onda biri olan bir otomotiv markası konkuruna 80 ajans başvururken, 47 milyon dolarlık Türkiye turizm tanıtımı için Bakanlığa başvuran ajansların sayısı iki elin parmaklarını geçmiyor. Aralarında Reklamcılar Derneği üyesi olan 2 ya da 3 ajans var. Sektör dışından birileri bu ilgisizliği duysa ‘bu reklamcılar ülkelerini sevmiyorlar’ diye düşünecek. İnsan, bu kadar yüksek cirolu ve manevi bakımdan bu kadar önemli bir tanıtım fırsatına sektörün ilgisinin ve inancının bu kadar düşük olabileceğine inanmak bile istemiyor.
Üstelik yıl 2005. Dünyanın gözü Türkiye’nin üzerinde. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde belki ilk kez uluslararası alanda bir ilgi odağı haline gelmiş durumda. 40 yıldır uğraş verdiğimiz AB müzakereleri için tarih alınmış; müzakereler bu yıl başlayacak. Öte yandan turizmde yıllardır büyüyen ve Türkiye’nin de içinde bulunduğu Akdeniz pazarı, en büyük rakibinin yaşadığı felaket sonucu çok kısa olmayan bir dönem için neredeyse rakipsiz kalmış durumda. Kısacası 2005 her zamankinden farklı, her zamankinden önemli.
Kültür ve Turizm Bakanlığı devlet kuralları içinde bir ihale açıyor. İnançsız bir sektörü bir kez daha davet ediyor katılıma, yasal zorunluluklar dışında özel olarak hiçbir şey yapmadan. Yasal açıdan ihale şeklinin ve yürütülüşünün bir açığı olup olmadığı konusu hukukçuların işi. Muhtemelen her şey ‘kılıfına uygundur.’ Ama 2005 yılında Türkiye, yasal kılıfların üzerinde bir dikkate sahiptir, sahip olmalıdır diye düşünüyor insan. Ve aklına bazı sorular geliyor. Neden sektör bu yıl da inançsız ve ilgisizdi? Neden bu inançsızlığı ve var olan önyargıları yok etmek için Bakanlık özel bir çaba göstermedi? Neden Türkiye’nin tanıtımı bir ulusal yarışma haline dönüştürülüp reklamcılık sektörünün en iyilerinin katılması sağlanmadı? Neden Kültür ve Turizm Bakanı ‘Ben bu işe karışmıyorum, işin objektifliğine gölge düşürmek istemem’ diyor? Türkiye’nin tanıtımı, Kültür ve Turizm Bakanı’nın 1 numaralı işi, en önemli görevi değil mi? Bir işi üslenmek illa ‘objektifliğine müdahale etmek’ midir? Bu yıl Paris’te yapılan konkur finaline kaç ajans çağırıldı? Hangi stratejiler, hangi yaratıcı işler, hangi mecra planları, hangi fiyat teklifleri karşılaştırıldı? Neden dünyanın saygın iletişim kuruluşları bu göreve talip olmuyorlar? 47 milyon dolarlık ciro mu az geliyor, yoksa bir ‘güvensizlikleri’ mi var? Nasıl oluyor da, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da reklam sektörüne yeni girmiş insanlar bile Türkiye tanıtım ihalesine ‘bıyık altından gülüyorlar’?
Türkiye’nin bu soruları sorması ve Türkiye tanıtımını sektör için bir gurur kaynağı haline getirmesi gerekir. Hem de şimdi, hemen. Tanıtımsızlık kaderine razı olmazsa tabii.’
ABD, Irak’ı bölecek
ABD, Irak’ı bölmekte kesin kararlı görünüyor. Çünkü içerdeki ‘direniş hareketini’ bastırmak için uygulamaya koyacağı plan, Irak’ın bölünme fitilini ateşlemekten başka işe yaramayacak.
Sünni direnişe karşı, Kürt ve Şii güvenlik güçleri oluşturulacak ve bu güçler, kendi bölgelerindeki direnişe karşı ABD güçleriyle birlikte savaşacaklar.
Sonra direniş bastırılacak ve zaten ‘pamuk ipliğiyle bağlı’ olan bu üç etnik ve dini unsur her şeyi unutup tekrar birlikte yaşamaya devam edecekler.
Bence bu imkánsız. Ve bunun imkánsız olduğunu benim kadar ABD de biliyor.
O ayakkabı İtalyan değil
HÜRRİYET ’in ‘Cinnah Fısıltıları’ köşesinde Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in ‘pabucu’ vardı. Ayakkabının tabanını fotoğraflayan Hürriyet, ‘Bakan pabucunun anatomisini’ çıkarmış ve ‘Bakan’ın ayakkabısı İtalyan malı’ demiş.
Ama bana sorarsanız yanılmışlar. Anatomi dersinden sınıfta kalmışlar.
Çünkü Hürriyet’e göre ayakkabının altında ‘Leather sole’ yazıyormuş ve ‘Hand made’ ibaresi varmış. Yani İngilizce olarak ‘Deridir’ ve ‘El yapımı’ yazıları.
Hürriyet ‘Made in ...’in ne olduğunu görememiş ama veriler İtalyan olmadığını gösteriyor. Çünkü İtalyanlar ayakkabıların altına İngilizce yazı yazmazlar. Eğer bir İtalyan ayakkabısı deriden yapılmışsa altında ‘Vero cuiao’ yani ‘Gerçek deri’ yazar. Bu arada Çelik’e tavsiyem, ayakkabı alınca altındaki etiketleri çıkarsın. Çok ‘gayri estetik’ oluyor.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
En fazla, en sevdiklerimizi kırabildiğimizi anladığımız zaman.